Sanki bütün kelimeleri, cümlelerimi tüketmiştim. Harfler, iki dudağımın arasında sıkışıp kalmıştı. Kaçıncı görüşümdü bu onu? Bir, iki, üç müydü sahi? Yoksa aklım benimle oyumu oynuyordu? Adını bilmediğim, sesini duymadığım bu adam neden bu kadar tanıdık geliyordu? Belki gözlerinden, belki de her göz göze geldiğimizde sanki fırtınalar koparcasına bakmasından kaynaklanıyordu.
Kimdi bu adam?
"Lamia," dedi Bülent Bey, "seni orada dikil diye işe almadım." Sözleriyle irkilip önce ona baktım, sonra elimdeki tepsiye. Hızla tepsideki içecekleri servis ettim.
Kolumdaki saate kaydı gözlerim; saat çoktan beş buçuk olmuştu. Kafamı kaldırıp tekrar o gözleri görmek için baktım, ama yoktu.
Gitmiş miydi?
Görmemiş miydi beni, yoksa görmüş de hatırlamamış mıydı?
Ayaklarım doğruca mutfağa gitti. Bülent Bey, akşam için gelen çalışanlarla konuşuyordu. "Ben çıkıyorum," dedim, sesimi yükselterek. Duymuşa benzemiyordu, çok takılmadım. Çıkış saatim gelmişti sonuçta. Önlüğümü dolaba koyup çantamı alıp dolabın kapağını kapattım.
Çalışanların çıktığı kapıdan çıkmak üzereyken, Bülent Bey, "Yarın sakın geç kalayım deme," dedi. Uyarır doluydu sözleri. Onu kafamla onaylayıp çıktım.
Meyus'un yazı hiç çekilmiyordu; yazın ne kadar sıcaksa, kışın da bir o kadar soğuktu. Ortası asla yoktu, fazla netti. Hoş, ben de İstanbulluydum zaten; Meyus kadar net değildim hiçbir zaman. Belirsizlikten hoşlanıyordum belki de ya da net olacak kadar olgun değildim henüz.
Sormazlar mı adama, neden İstanbul'da değilsin o zaman, ne işin var senin bu şehirde diye? Bir nedeni yoktu.
Vardı da yoktu belki.
Her şeyin bir sebebi olduğu gibi, elbette bunun da vardı; ölümün paslı kokusunu kokladığımdan kaçmıştım Meyus'a. Haldun Aker'in günahlarından olmak istemediğimden kaçmıştım.
Bu şehir kesinlikle İstanbul gibi değildi; sanki herkes kaçıp buraya gelmiş gibiydi. İnsanları keder bağlamıştı, oysa burası sınıfsal bir şehirdi. Burada ya çok zengindin ya da çok fakir.
Eve yürüyene kadar kafamdan bin bir düşünce geçiyordu. En önemlisi de yaz tatilinin bitmesiydi; şu an tıp dördüncü sınıf öğrencisi olup bir hastanede staj görüyor olmam lazımdı benim. Ama iki buçuk aydır ortada yoktum ve okulların açılmasına iki hafta vardı.
Kariyerinin içine ettin Talia, bravo.
Eve girip kanepeye uzandım. Haldun beni zehirlemesin diye İstanbul'dan kaçıp Meyus'a gelmiştim. Bütün hayatımı orada bırakıp kaçmıştım resmen. Şimdi Meyus'ta sahte bir kimlikle geçiniyordum.
Aptallıktı bu, saçmalıktı.
Herkes adımın Lamia Yakut olduğunu düşünüyordu ama değildi; Talia'ydım ben, Talia Aker, şu büyük ilaç firması olan adamın kızı, trafik kazasında ölen adamın kızı.
Ne ölüm ama! O aptal deneyleri yapmak için kendini ölü gösteren manyağın tekiydi; hiçbir duygusu olmayan, bencil pisliğin önünde gideniydi.
Bütün benliğimle nefret ediyordum ondan.
Koltuktan kalkıp yatak odasına gidip üzerimdekileri çıkardım. Yastığa kafamı koymamla uyumak istiyordum; bütün gün bunun hayalini kurmuştum nede olsa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-ÖRTÜLÜ NİYETLER- +18
Romance-Gece uyurken sabah olacağını, güneşin doğacağını bilerek gözlerimi kapatıyordum. Ama o sabah uyandığımda odam kapkaranlıktı. Bir daha güneş doğmadı, odamın ışığı hiç açılmadı, kapım hiç çalınmadı...-