"Cehenneme hoş mu geldim?" ne demekti bu, yanımda oturan kişinin soğuk kanlılıkla fısıldadığı cümle tüylerimi diken diken etmişti. Kafamı ona çevirdim.
İki gözü farklı renkteydi; biri Aybars'ınki gibi masmavi, diğeri tablodaki sarışın çocuğun ki kadar koyu bir kahverengiydi. O, sanki ikisinin karışımı gibiydi; kumraldı ama gözleri onu farklı kılıyordu. Yemekler servis edilmiş, önümde ne olduğunu dahi bilmediğim yemeği didikliyordum; sabahtan beri hiçbir şey yememiştim, gerginliğim iştahımı kapatmıştı.
"Yemeyi beğenmedin?" yaşlı adam bana bakarak demişti bunu. Kafamı hayır anlamında sallayıp zoraki gülümsememle: "Hepsi çok güzel," dedim. Orta yaşlı adam histerik bir gülümsemeyle: "Büyümüşsün," diyince, zoraki gülümsememin yerini dümdüz olmuş dudaklarım aldı.
"Seni en son gördüğümde ufacıktın." Aybars'a baktım, o bana değil, yanındaki adama tehditkâr bir şekilde bakıyordu. Aralarında boş bir sandalye vardı; o sandalye Aron'undu ve Aron da o sarışın çocuktu. Muhtemelen orta yaşlı adam babası, bunak yaşlı olan adam dedesi, iki renkli göze sahip olan çocuk kardeşi, sarışın kadın ise Katerine olmalıydı. Taşlar yerine oturuyordu, tek bir kişi dışında.
"Sizi tanımıyorum," dedim dümdüz bir sesle. Aybars suyundan bir yudum alıp bardağını sertçe masaya bıraktı; babası ise beni göz hapsine almıştı. "Korkağın önünde gideniydin, duvarların arkasında gizleniyordun." O an aklıma geldi; annem öldükten sonra da ölmeden önceden gelen adamdı bu Antoni Visconti.
"Korkağın tekiydin. Seni her gördüğümde kendi gölgenden bile saklanıyordun." Ona değil, masada sırayla dizilmiş olan gümüş kaşıklarda yansımama bakıyordum. Kafamı kaldırıp tekrar ona baktığımda, o korkutucu olduğunu düşündüğüm adam oydu. "Eğer merak ediyorsanız, hâlâ korkağın tekiyim ama korkuttuğum siz değilsiniz."
"Gölgem gibi hep yanı başımda olan ölümden korkup saklanıyorum hâlâ." Aybars birden yerinden hızla kalkıp benim yanım geldi. Masada duran mendili alıp burnuma götürünce ben ne olduğunu bile anlamamıştım. Gözleri farklı olan çocuk: "Burnun kanıyor," diyince ne olduğunu farkına vardım.
Aybars beni sandalyeden kaldırırken ben burnuma tuttuğu mendili ittirdim: "Gerek yok buna." Mendili tekrar burnuma tutacakken: "Aybars, gerek yok diyordum." Diyince gözlerinde fırtınalar koptu.
Elindeki mendili masaya fırlatıp beni yemek odasından son sürat çıkarıp farklı bir yere götürüyordu.
Açtığı kapıdan içeri girdiğimizde lavaboya gelmiştik; o kapıyı kitlerken ben kapağı kapalı olan klozete oturup parmaklarımı dudaklarımın üstüne götürdüm. Elime bulaşan kanı gördüm; hep olurdu, bunun bir duru yoktu; gözlerimden bir damla yaş yanaklarımdan akıyordu. İçine etmiştim, batırmıştım.
Yanıma gelip iki parmağıyla çenemi kaldırıp eğildi; diğer elinin baş parmağıyla gözyaşımı silmişti. "İyi misin?" kafamı sallayıp gözümden akan yaşlara rağmen gülümseyip: "Haldun'un saçmalıkları işte," dedim.
Öyleydi de sekiz ay önce vücuduma enjekte ettiği şey her neyse ters tepmişti. Olur olmadık zamanlarda burnum kanıyordu. "Özür dilerim." Kaşlarını çatmıştı, "Ne için?" dedi.
"Batırdım ya, onun için."
"Kara denizdeki gemileri batırdın herhalde." Bu sefer ben dalga vurmuyordum. "Sen yapınca komik olmuyor."
"Gülüyorsun ama."
"Gülüyor muyum?" Ellerini yüzümden çekip ıslak bir bezle tekrar gelip bu sefer çömeldi, elindeki bezle burnumu siliyordu. "Ağlama artık."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-ÖRTÜLÜ NİYETLER- +18
Romance-Gece uyurken sabah olacağını, güneşin doğacağını bilerek gözlerimi kapatıyordum. Ama o sabah uyandığımda odam kapkaranlıktı. Bir daha güneş doğmadı, odamın ışığı hiç açılmadı, kapım hiç çalınmadı...-