Fatih o gün annesindeydi, o gün kalma sırası oradaydı yani annesi Beylikdüzü'nde, babası ise Bebek'te oturuyordu. Babasının zengin hayatına karşı, annesi babasından kalan eski evde tek başına kalıyordu. Kardeşlerini şehit veren Hasret, babasının evinden geri çıkamıyordu. Aslında boşanma sebepleri de buydu zaten. Hasret'in babasının evinde kalma isteği, onun yaptıkları iyilik ve vefa aklından çıkmıyordu. Fatih'in doğumundan sonra araları açılan eşlerin, Eren'in doğumundan sonra ise boşanma kararı almalarına sebep olmuştu. Fatih çok derin yaralar almıştı. Bu zamanda Adil Hoca ile tanışmadan önce tarihi seviyordu ama çok da meraklı değildi. Adil Hoca'nın anlattıklarından sonra merakı artmıştı. Onların tanışma hikayesi ise Fatih 7 yaşındayken başladı.
Bir sokak ortasında geçerken ince bir müzikal ses duydu. Fatih, babası kardeşinin doğumunu beklerken aşağıdaki oyun yerinde oyun oynuyordu. Sağa baktı, sola baktı; sesin nereden geldiğini bulamıyordu. Yavaşça ileriye doğru adım attı. Gözlerine "Tarih bizim, biz tarihten geliriz" diye bir yazı takıldı. Kalbi hızlı atmaya başladı. Yavaş ve emin adımlarla kapıya doğru yürüdü. Dudakları kurumuş, heyecandan kalbi duracak gibiydi. Sevdiği bir şeyi ararken kaybolmuş bir devriş gibi kapıyı aralayıp içeri girdi. İçeride Adil Hoca'nın müzikalinden çıkan ses onu büyülemişti. Bu bir kavaldı ve Fatih'i kendinden geçirmişti. Bunu biliyordu; bu ses ona tarih derslerinden bir hatıraydı.
Adil Hoca, karşısında sessizce onu bekleyen Fatih'i görünce gülümsedi, sonra derin derin bakmaya başladı. Ağzından çıkan kelimeler, Fatih'in duyacağı bir şekilde söyledi:
"Hoş geldin çocuk, kitap mı bakmıştım? Buyur, hangisini istersen al."
Fatih ağzından çıkan kelimeleri kendisi söyledi. Yoksa bir güç mü söyletti, bilmiyordu. Adil Hoca'ya bakarak,
"Ben kitap almaya değil, kitabın beni alması için geldim,".dedi.Adil Hoca, bu sözün ağzından biraz şaşırsa bile gülerek baktı Fatih'in gözlerine.
"Ne istersin, çocuk?" dedi.
"Alim olmak," dedi Fatih, "Zaliminklere karşı alim olmak. Kimine Hacı Ahmet Yesevi, kimine Yavuz olmak isterim; kimine Ömer, kimine Ebubekir olmak isterim. Var mı da bir çaresi, bir yolu?" dedi.
Daha yedi yaşındaydı Fatih bunları söylerken. O da bilmiyordu; nereden çıktı bu kelimeler? Biri mi söyletti ona? O anda Adil Hoca, bir süre sessiz kaldıktan sonra Fatih'e gülümseyerek baktı ve kelamına şöyle devam etti:
"Allah'ın kelamı olur ise kul, kulluğundadır. Kul olmazsan, Allah'ına yol bozuk; kişi bozuk, düşünce bozuk olur, evlat. Sen dedin ki, 'Ben ben olayım, beni geçip er olayım, eri geçip komutan olayım, komutanı da geçip alim olayım.' Alim ile zalim arasında ince bir fark vardır. O farkta kaybolur, evlat. O yüzden zamanı gelmeden istemek, sadece ahmakların işidir."
Fatih, orada birkaç saat oyalandıktan sonra, kardeşinin doğumunu görmek için hastaneye dönmüştü. Ama Adil Hoca'nın dedikleri aklındaydı. Leyla, Hasan Can ve diğerleri, onun içindeki öfkeyi ve merhameti aynı anda görecek kadar tanıyorlardı onu. Ve artık yola çıkma zamanı gelmişti. Uzun bir yoldu, 7'den 70'e kadar sürecek. İnce, dikenli bir yoldu. Bu yolda öğrenmek en büyük silah, unutmak ise en büyük derttir.O sabah 8'de kalkmıştı. Fatih, Adil Hoca'dan ve arkadaşlarından ayrıydı; derin derin düşünmeye başlamıştı. *Bu savaş kimin savaşı ve ben hangi taraftayım?* diye göklere bakmaya başladı. Annesinin, ufakken ona, daha doğrusu iki-üç sene önce söylediği bir söz aklına geldi: *Her savaşın kendine göre kuralı vardır ve de bir kralı.* Kuralı belliydi ama kralı kimdi? Kalbinin buğz etmesiyle ürperdi. O kişi... *Ben olabilir miyim?* diye düşündü ama hayır, o olsa bile henüz erkendi. Henüz daha 13 yaşında bir çocuktu.
Birden düşüncelerini annesinin "Fatih, yemek hazır, hadi oğlum, evladım!" demesi dağıttı. Kalkar kalkmaz üstünü giydi ve annesinin yanına gittiğinde, her zaman yaptığı gibi annesinin kokusunu içine çekti. Onun için buna söz vermişti. Tarih hocasının bir sözünü, onu tarihe alıştırmış, sonra da bağımlılık haline getirmişti. O söz çok inceydi; henüz ilkokul 2'ye giderken tarih hocasının ona söyledikleri aklına geldi: *Siz baharı beklerseniz, bahar size gelmez. Kalbinizde bir bahar yaşatırsanız, dünyanız bahara dönüşür. İşte çocuklar, tarih bir bahardır; siz onu okumazsanız, o size bahar olup gelmez.*