Gökyüzü neden mavi, Fatih? - Leyla
Bilmem, mavi sevgi demektir. - Fatih
Peki, toprak neden kahverengi? - Leyla
Toprak merhamet demektir. - Fatih
Peki, neden merhamet ve sevginin tohumlarına zehir karışıyor? Nasıl oluyor bu iş, sence? - Leyla
İmtihan, hepsi Allah'ın bize yol göstermek için verdiği küçük imtihanlar. - Fatih
Fatih ile Leyla uzun uzun konuşmaya devam ettiler. Saat gece 2 civarındaydı. Fatih'in omzunda uyuya kaldı Leyla, Fatih de ona yaslanarak uyudu. Geleli üç gün olmuştu, her şey yolunda gidiyor gibi görünüyordu. Ama artık icraata geçmenin zamanı gelmişti. Bulundukları yer, çocukken geldikleri yerdi; tanklar, son model üretim silahlar, füzeler, bombalar, savunma sistemleri, teknoloji sistemleri vardı. Hepsini tek tek öğreniyorlardı. Burada eğitimden sonra çalışacaklardı. Diğerleri ise sağda, çok bilgisayar başında çalışacaklardı. Sahada çalışacak sadece üç kişi vardı: Leyla, Fatih ve yeni gelecek biri daha varmış. Fatih öyle biliyordu, kimse kim olduğunu bilmiyordu. Girilmez yerlere giren, çözülmez şifreleri çözen biri daha vardı. Onunla beraber çalışacaklardı.
Göğe bakarken, ikisi de uyuyakalmıştı. Ateşin başında yanan odun gibi yanmayan yemin etmiş iki savaşçıydı onlar. Anne, baba, hayal, düş; hepsini bu yolda feda etmişlerdi. Sevmeyi, sevilmeyi, düşmeyi, kalkmayı bırakıp tek yol olan ilahi yola ve vatani istikbale baş koymuşlardı.
Sabah uyandılar, ikisi birden. Eller ellerinde, kokuları birbirine karışmış şekilde, prens ve prenses gibi gülerek indiler çatıda kahvaltı yapmak için. Zaman vardı, uzunca bakıştılar. Yemek masasında kimsecikler yoktu ve birbirlerine ilk kez bu kadar yakın ve samimi oluyorlardı. Sessizliği uzun sürmedi, ortamın içine Ekrem Astsubay girdi.
"Komutanım, yeni arkadaş geldi. Sizi bekliyor, dışarıda. Gelsin mi?" dedi.
"Gelsin," diyerek ayağa kalktı Fatih. Gelen kişiyi görünce, Fatih ayağa kalktı; Leyla'nın da yüzü tanıdık gelmişti.
"Buyurun, oturalım," dedi Fatih.
Eski dostunu tanımamıştı ama eski dostu onu tanımıştı. Gözlerini kısarak Leyla'ya baktı, sonra gülümsedi. Leyla sessizdi çünkü hâlâ kim olduğunu çözememişti. Fatih'e baktı, Fatih Leyla'ya. Hannibal dikkatlice baktı, ikisine birden gülerek:
"O kadar şeyden sonra hatırlanmak koyar, be Sultan Fatih," dedi.
Fatih o anda donup kaldı. Karşındaki, çocukluğu, hayalleri, hayatı duruyordu. Karşısında Hannibal duruyordu ama o ölmüştü; üç kurşun, dört bıçak yarası yemişti. Bu nasıl olurdu? Ne olmuştu, nasıl kurtulmuştu? Bu sorularla hayal meyal hatırladı geçmişi, bıçakladığı geceyi. Hannibal, onlar için kavgaya girmiş ve ağır yaralanmıştı. Herkese öldü denilmişti. Henüz 17 yaşındaydı. Fatih şaşkın bir şekilde bakakaldı, ne olduğunu anlamamıştı, sadece bakakaldı ve Hannibal'ın anlatmasını bekledi.
Gözleri önünde duran Hannibal, kanlı canlıydı. Şaşkınlık içinde kapılar açıldı, gözlerinde sanki ölü dirilmişti yeniden. Hannibal onlara gülümserek bakıyordu. Derken içeri Adil Hoca ile Derviş Efendi girdi. Derviş Efendi derviş değildi, adı Derviş'ti ama bir derviş kadar edepli ve sabırlı birisiydi. O gece ne olmuştu, nasıl kurtulmuştu, Hannibal anlatacak olan Derviş Efendi'ydi.
"Herkese oturun," dedi Adil Hoca. Gözleri bağlı öğrenciler gibi edep ile oturdu herkes. Hannibal sessiz ve sakindi. Neden böyleydi? O hep asi olmuştu, ne değişmişti? Fatih'in aklı almıyordu olanları. Derken anlatmaya başladı Derviş Efendi.