**Kitaplarda yazılmaz her yiğit,
Hesapsız sever her şehit.
"Kimsin?" derlerse, "Ben mücahit!"
Gönül elinde aşka gelmez gafil.**"**Gözleri dünyaya kapalı olmak ne demek bilir misin evlat?**" dedi Derviş Efendi, karşısındaki Veli'ye.
Veli saate baktı ve "Bilirim, Derviş, bilirim," dedi."**Acıya âşık olmak ne demek, bilir misin?**" dedi Derviş.
"Bilirim, Derviş, bilirim," dedi Veli."O zaman kapat gözlerini ve zikrin ortaya çıksın. Zikrin bilinirse, kalbin de bilinir," dedi Derviş.
"Kalbimi gizlemek istiyorsam, Derviş Efendi, o zaman ne yapacağım?" dedi Veli."O zaman kalbine kibirsiz bir yalan ile yön vereceksin," dedi Derviş.
"Nasıl olacak o iş, Derviş? Ben yalanı kötü bilirim. Kötü nasıl kibirsiz olacak ki?" dedi Veli."Aklınla kalbini gizleyeceksin. Kalbin içinde olanlar akla eziyet etmeyecek. Eziyet eden şeyi yok etmek yerine başka bir duyguya dönüştüreceksin," dedi Derviş Efendi.
"Anladım. Yani düşmana olan nefretimi düşman sevgisine mi dönüştüreceğim? Peki ya bu sevgi, hayranlık duygusuyla içimdeki öfkeyi yok ederse?" dedi Veli.
"O zaman kendine, düşmanının nefret ettiği bir lakap bul. Öyle ki seni aralarına almayı reddetmeleri de, almamaları da imkânsız olsun," dedi Derviş.
"Aklımda birkaç isim var ve biri var ki... Nefretle bakacaklar bana ama hep içlerinden biri olacağım," dedi Veli.
Gülüştüler ve Veli oradan çıktı. Şimdi bana "Veli kim?" diyeceksiniz. Anlatayım o zaman sizlere:
---
**1995 (Katliam Gecesi)**
Gurur Bey evine doğru gidiyordu. Kardeşi Ateş, onu yemeğe çağırmıştı. Hanımıyla beraber gideceklerdi. Adil Hoca Urfa'daydı; devlet ise Kuzey Irak'ta operasyon yapıyordu. Ateş deli doluydu ama eskiden evlilik ve çocuklar onu uslu birine dönüştürmüştü.Gurur Bey'in dört oğlu vardı; biri henüz yeni doğmuştu. Hanımı Çerkes olan Gurur Bey, çocukları Hasan, Ali, Bektaş ve Veli’ye miras olarak büyük sırrını bırakacaktı. Devlet için yaptığı projeler ve uygulanacak metotları, bir sandıkta toplaması için Adil Hoca'ya söylemişti. Sandık hazırdı ve o akşam oğullarına verecekti. Ayrılmasınlar diye her birine ayrı değil, tek bir sandık verecekti.
Elinde sandıkla eve geldi. Kimse sandıktan haberdar değildi. O yüzden daha bebek olan Veli’nin beşiğine sakladı sandığı ve uykuya daldı. Akşama daha vakit vardı; biraz kestirse iyi olacaktı. Yarım saat sonra hanımı, Hatice Hatun, onu uyandırdı. Önce Veli’yi kucağına alıp sevdi, sonra da kardeşinin yanına gitti. Gözleri çocukları aradı. Oyun oynuyor, tatlı tatlı gülümsüyorlardı.
Her şey yolundaydı. Bugün Veli’nin kırkı çıkacaktı; bu yüzden kardeşini de çağırmıştı. Yemekten sonra sofralar kalktı, çaylar kondu. Az sonra olacaklardan kimsenin haberi yoktu. Saatler geçtikçe yüzler daha da gülüyordu.
Hatice Hatun ve Ayşe Hatun, Veli’yi yıkayıp kırkladılar. Her şey yerli yerindeydi. Hatice Hatun, Veli’yi uyutup üstünü örttü. Yıkanırken bile sesi çıkmamıştı. Suskunluğunun bir nedeni varmış gibi hissettirdi. Evde herkes eğlenceye ve neşeye vurmuştu.
Evde, Veli dahil sekiz çocuk vardı. Deli doluydular, yerlerinde durmuyor, söz dinlemiyorlardı. Sessizlik bir anda bozuldu. Gurur Bey bir ses duydu. Herkese "Susun!" dedi. "Gelenler var," diyerek gözlerini kapatıp gelenlerin kim olduğunu anlamaya çalıştı. Gelen düşmandı.
Kardeşi Ateş’e, "Veli’yi ve Ekrem’i al, beşikle beraber git, çabuk!" dedi. Ateş denileni yaptı. Pencereden iki bebeği aldı ve evden çıktı. İçeriden gelen ölüm çığlıklarını duymadan, arabasına atlayıp devletin bir polis karakoluna gitti. Oradan büyükelçiyi arayıp durumu anlattı: Abisinin ve ailesinin katledildiğini söyledi.