Ben anıları kafamdaki çekmecelere koyup unutuyorum. Rafa kaldırmak, onunla yaşamaktan daha acısız.
BEFORE SUNSETGözlerde ya merhamet ya da nefret ışığı parlar. Merhamet ışığı parlayanlar; koşulsuz güvenebileceğimiz insanlardır. Onlardan zarar gelmez. Fakat nefret ışığı parlayanlar; her türlü zararı veren, kişide korku uyandıran, görünce tereddütsüz yolumuzu değiştireceğimiz insanlardır.
Gözlerinde merhamet ışığı parlayan çok insan görmedim ben. Sadece Dolunay ve Uras. Ama gözlerinde nefret ışığı parlayanla aynı evde yaşıyorum.
'Nefret insanı olgunlaştırır.' derdi bir kısım insan. Bu yüzden miydi Hazal'ın nefreti? Olgun olmak için mi? Onun nefreti sadece banaydı. Sebebi de belliydi zaten. Para.
Babam, hastalığından önce adından çok söz ettiren bir holdingin CEO'luğunu yapıyordu. Dişini tırnağına takarak çalışıyordu, iyi bir geleceğim olması için. Holdingin bir iş yemeği varmış Antalya'da, ortaklarla. Orada tanışmış Hazal ile. Ortaklardan birinin sekreteriymiş. Daha sonra Hazal ve babam görüşmeye başlamışlar. Ve en son nikah masası.
Hazal beni hiçbir zaman sevmemişti. İlk başlarda, babamın bana karşı olan sevgisini kıskanıyor diye düşünürdüm. Ama öyle olmadığını çok geç anladım.
Hazal'dan hep kötülük gördüm. Benim kafamdaki anne rolüyle Hazal uyuşmuyordu. Bir anne, üvey de olsa, sürekli kötülük yapar mıydı çocuğuna? Şimdiki gibi.
"Kutum nerede Hazal?" Sarı saçlarını geriye doğru savurup gür bir kahkaha attı. Acımasızca gülerken burnunun üzerinin kırışmasından nefret ediyordum. Aslında onun yüzünün her ayrıntısından nefret ediyordum.
Elindeki telefonunu mutfak masasının üzerine bırakıp dolaplardan birine döndü. Sarhoş gibi bakıyordu.
"Seni hemen eve çağırdığımı hatırlıyorum günler önce. Gelmezsen neler yapacağımı söylediğimi de. Unut kutunu. Bir de kemanını."
Kemanım. Her çalışımda ruhumu besleyen kemanım. Gitmişti. Alınmıştı. Çalmıştı onu benden.
"Kemanımı bana geri ver, hemen!" diye bağırdım Hazal'a. Ne sanıyordu kendini? Titremeye başlamıştım.
Gri renkli büyük içki dolabından çıkardığı kadehi de masanın üzerine bırakırken çok sakindi. Benim aksime. Belki de gerçekten sarhoş olmuştu.
"Karşılığında ne vereceksin Afra?" Ukala bir gülüşle taçlandırdı bu ukala cümlesini.
"Ne istiyorsun?"
Gözlerini kırpıştırdı. "Bankadaki hesabının numarasını."
Biliyordu babamın hesabıma yüklü miktarda para yatırdığını. Gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Babamın parasını yediği yetmezmiş gibi, bana gelmişti sıra. Ama kemanımın anısı o kadar büyüktü ki, o keman, annemindi. Ardından bana bıraktığı tek şeydi. Kemanımı her çaldığımda hiç görmediğim annemin şevkatini hissediyordum.
"Tamam. Acele etme canım. Ben kaçmıyorum ya." Bir daha kahkaha attı. "Biraz düşün. Kararını ona göre ver."
Tırnaklarımı avuç içlerime geçirmiştim. Burada böyle durmamam bir şeyler yapmam gerekiyordu ama ona öylece bakmaktan başka bir şey yapamıyorum.
Ne ara aldığını görmediğim şarap şişesini kadehe doldururken benim orada olduğumu unutmuş gibi bir hâli vardı.
Derin bir nefes aldım. Kapıya dönüp pervazına tutundum. Umrumda değildi para. Eğer kemanımı alacaksam verecektim hesap numaramı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Özgürlüğün Dansı
Novela JuvenilKafesinden kurtulmaya çalışan kuş gibiydim. Pencereden ağaçların üstündeki özgürce şarkı söyleyen kuşları izlerken, onlara imreniyordum ve kafesimin içinde kanat çırpıyordum. Bu esirlikten kurtulmak istercesine. Evimdeki o kuştum ben. Evim, benim ka...