Keşke hep çocuk kalsaydık da, en büyük yaramız dizimizde ki yara olsaydı.
CEMAL SÜREYA
Umut hala bir şeylerin olabileceğine duyulan inançtır. Yalnızlıkla ölme isteği arasındaki ufacık çizgi. Benim sadece tek umudum var. Müziğim.
Nota sehpasının vidasını gevşetirken odamın penceresinden içeriye dolan yağmur havasını içime çektim. Yavaş yavaş yağan yağmur benim için bir teselliymiş gibi etki bırakıyordu. Yağmur kokusu ise, mükemmelliği kanıtlıyordu. Yağmur kokusunun parfümleştirilmesini isteyenlerdendim.
Sehpayı katlayıp kitaplığımın yanına koydum. Geri çekilip yatağımın üzerinde uzanan siyah elbiseye baktım.
Babam hep 'keşke'lerin bir katil olduğunu söylerdi. Hatıralarını anlattığında, o keşkelerin hayallerini öldürdüğünü de. "Gelecekte keşke diyeceğin şeyler yapma kızım, hayallerin ölmesin." demişti yıllar önce. Onun sözünü tutmayı çok isterdim. Bugün tam 22 yaşındayım ve binlerce keşkem var. En önemlisi de; keşke her şey eskisi gibi olsa.
Üzerimdekileri çıkarıp elbiseye uzandım. Babam bu elbiseyi benim için almıştı. Bir sene önce. Keşkelerimin hayallerimi sadistçe katledip ruhuma acı çektirmeye başlamadan önceki zamanda. Başımdan geçirip aşağı çektim sırt dekoltesi bel kısmında biten elbiseyi. Eteği dizimin hemen üzerinde kabarık bir modeli vardı. Karmakarışıktı ve sade değildi. Ama bütün olarak bakıldığında hoş bir görüntüsü vardı. Saçlarıma ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. O yüzden onu boşverip yatağımın üzerine bıraktığım kemanımı elime aldım. Beni, umutsuz sessizliğimden kurtardığı için belki de hayatta kalma sebebimdi kemanım. Çaldığım şarkıların her bir notasında, annemin sesini duyuyordum sanki. Sesini bile duymadığım annemin sesi... Yastığı çıkarıp kutuya yerleştirdim. Kemanı ve arşeyi de koyduktan sonra kutuyu kapatıp fermuarına uzattım elimi. Bu sessizlik bana tuhaf gelmeye başladığında, evdeki sessizliğin ve benim sessizliğimin başrolü olan Hazal'ın sesini duydum.
"Aç şu kapıyı! Kilitlemek hoşuna mı gidiyor?"
Fermuar takılmış kapanmamakta ısrar ediyordu. Birkaç teknikle kapatmayı denesem de etki etmedi. Her şeyin bana karşı olduğunu hissediyordum.
Kapı tekrar zorlandı. "Aç şunu aptal!"
Elimi fermuardan çekip yavaş adımlarla kapıma ilerledim. Anahtarı tutup çevirdikten sonra kapıyı sertçe itip küçük odama attı kendini.
Sarı saçlarını yine abartılı bir şekilde yapıp çilekli spreyinden sıkmıştı. Gözlerini bana çevirdiğinde makyajlı yüzünü isteksizce süzdüm. Yine aynı ifade yine aynı nefret... Her ne kadar insanları dış görünüşüyle yargılamasam da, bu kadın yargılanmak için can atıyordu. Kendini mükemmellik abidesi sanan Hazal, sadece sanmakla yetiniyordu.
"Nereye böyle?" Beni baştan aşağı süzmeye başladığında onun boş sözlerine harcayacağım vakte acımıştım.
"Seni hiçbir şekilde ilgilendirmez." dedim ve pencerenin yanına gidip sırtımı pervazına yasladım. Evet, ondan uzak durmak istiyordum çünkü beni iğrendiriyordu. Olağanüstü bir kötülüğe sahipti ruhu. İnsanlara kötü davrandıkça, canlarını yaktıkça arsızca bir haz alıyordu. Ruhu sadist bir kadındı Hazal.
"Bana bak! Baban burada değil diye öyle istediğin yere gidip sürtemezsin!"
Birden gerildim. Sinirden ellerimin titrediğini hissediyordum. "Babam hakkında konuşma!"
"İyice aptallaştın. O senin babansa benim de kocam."
"Sen..." Devam edemedim. Sağ elim istemsizce sol kolumun üzerindeki morluğa gitti. Hala dokunduğumda büyük bir sızı yayıyordu içime. Gözlerim dolmuştu. Çünkü hayatımda bu noktaya gelebileceğimi hiçbir zaman hayal edemezdim. 2 yıl önce mükemmel olan hayatım şimdi, sanki bana cezaymış gibi ruhumu paramparça ediyordu. Ama ağlayamazdım. Çünkü ben Afra'ydım. Her şeyin altından kalkabilen kızdım ben, Nazım Arın'ın güçlü kızı Afra'ydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Özgürlüğün Dansı
JugendliteraturKafesinden kurtulmaya çalışan kuş gibiydim. Pencereden ağaçların üstündeki özgürce şarkı söyleyen kuşları izlerken, onlara imreniyordum ve kafesimin içinde kanat çırpıyordum. Bu esirlikten kurtulmak istercesine. Evimdeki o kuştum ben. Evim, benim ka...