Bölüm 8 - Hazal'ın Oğlu

256 44 25
                                    

Rekabet dünyasında iki seçeneğiniz vardır. Kaybedebilirsiniz. Ya da kazanmak istiyorsanız, değişirsiniz.
LESTER C. THUROW

Uzun zaman sonra ilk defa taktığım siyah, sonsuzluk işareti olan ince bilekliğimle oynuyordum.

Belki lisede olsaydım bu duruma çok sevinebilirdim. Sonuçta ilk dersin boş geçmesine kim sevinmez ki?

Herkes geniş sınıfımızda yerlere oturmuş, birbirleriyle konuşup gürültü yapıyorlardı bana göre. Bende bir duvarın köşesinde oturmuş Hazal'sız dakikalarımın keyfini çıkarıyordum.

"Anlayamıyorum. İlk derse girmemek nedir ya?" Yanımda oturduğunu yeni fark ettiğim Hece'ye çevirdim gözlerimi.
Oldukça agresif görünüyordu.

"Belki acil bir işi çıkmıştır."

Güldü birden. "Hayırdır. Sende mi platoniksin Dolunay gibi bu adama."
Herkesde takmıştı anlaşılan bu platonik olayına.

"Ne alaka Hece."diye sitem ettim. Sesimden yorgunluk akıyordu sanki.
Sımsıkı bağladığı siyah saçlarındaki tokayı çekip çıkardı ve eliyle rastgele dağıttı. "Haklısın."

Tekrar yüzümü ona çevirdiğimde çok tuhaf bakıyordu bana. Sanki yanlış bir tavrımla onun bütün umutlarını, hayallerini yıkmışım gibi. Hemen gözlerimi kaçırdım ve yanımda duran çantamı alıp ayağa kalktım.

"Geleceğini sanmıyorum artık. Çok geç oldu."dedim. Bakışlarındaki soğukluk içimi ürperttiğinde hafifçe gülümsedim. "Görüşürüz."

Hızlı adımlarla sınıftan çıktım ve derin bir nefes aldım. Şuan kendimi suçlu hissetmem hiç normal değildi. Hece her zamanki gibiydi. Soğuk, tehditkar...

Çantamın sol tarafındaki fermuarı açıp telefonumu aldım caddeye çıkan kapıdan geçerken.

Kayra'yı bulup arama tuşuna bastım. Çantamı yavaşça omzuma astım ve telefonu kulağıma götürdüm.

Bu yarı aydınlık yolda hafif ılık esinti tenime çarptı ve sanki o anda bütün yaşadıklarım önümdeki yola serildi. Ben yaşadıklarımı ezip geçmeye çalışırken esinti beni geriye gitmeye zorluyordu. Belkiler, keşkeler...
Karanlıklara hapsolmuş yalnızlıklar...
Görmesek de hissettiriyordu acıları.
Bedenim görmezden gelse de ruhum isyan ediyordu kendine.
Neydi bu beni bu kadar karamsar yapan anlamıyordum.

Kayra aramama cevap vermemişti. Caddede neredeyse kimse yoktu. En iyisi ana caddeye çıkıp bir taksiyle gitmek diye düşündüm ve birkaç ara sokak geçtim.

Buraları bilmiyordum. Gayet sessiz ve karanlık bir yerdi. Belki de yanlış yere gelmiştim.
Telefonumun fenerini açıp yola tuttum. İleriden araba sesleri geliyordu ama herhangi bir şey göremiyordum.
Sol taraftaki dar sokağa döndüğümde duyduğum sesle irkildim.

"Piç herif!"
Ardından bir ses daha duydum. Bu sefer birkaç nesnenin yıkılma sesiydi.

Adımlarım yavaşlamıştı.
Bu dar sokakta ışığı engelleyen yüksek duvarlardan başka bir şey yoktu. Sadece karşıdaki ana caddeden gelen hafif ışık bir gölge sermişti birkaç metre önüme.
O tarafa bakmaya cesaret edemiyordum.

Olduğum yerde durdum ve adamın gölgesine baktım. Duvara doğru dönmüştü.

Bağırmadan ardı ardına küfür etti bu sefer. Bir an korktum. Sesi tanıdığım birisinin sesine çok benziyordu ama çıkaramıyordum.

Ne yapıyorum ben!

Hemen duvara yaklaşıp geldiğim sokağa doğru ilerledim.

"Sen kim oluyorsun lan!"

Özgürlüğün DansıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin