İnanmak, ruhun sesine kulak vermektir. İnanmamaksa reddetmektir.
RALPH WALDO EMERSON
'Herkesin hayatı bir masaldır.' Lise yıllarında öğrenmiştim bunu, edebiyat dersinde. Sonu iyi biten, sonu kötü biten ve başlamadan biten milyonlarca masal...
Siz hiç, masalınızın siyah beyaz olduğunu hissettiniz mi? Hayır, siz hiç renkleri kaybettiniz mi?
Benim masalımda renkler kaybolmuştu. Pastel boyalarımızın hiç kullanmadığımız beyazı, benim masalımda karanlıkları aydınlatıyordu. Tamamen aydınlatmıyordu fakat aydınlatıyordu işte.
Annem, ben doğduktan sonra terk etmişti bizi. Fakat ona karşı asla bir nefret beslememiştim. Dünyada da yaratıklar vardı ve onlar nefretle beslenirlerdi. Ben, onlardan değildim. Babam sahip çıkmıştı bana, belki o yüzden onun yeri bende ayrıydı. Hayatımız güzel gidiyordu, babam Hazal'la tanışana kadar. Sonra birden kötüleşti hayatım. İlk başlarda bana sempatik gelen Hazal, nefretle beslenen bir yaratık olduğunu babam hastaneye yatırıldıktan sonra göstermişti.
Bugün ise seçmelerin yapılacağı gündü. Uras'la olan dünkü hazırlık evresini zor olsa da atlatmıştım. Artık atlatabileceğim bir hazırlık evresi yoktu. Bu, ifadesizleşmemi sağlıyordu. Öyle ki, Dolunay'ın heyecanı yüzünden okunurken ifadesizliğimi sürdürüyordum.
Elindeki başvuru kartlarımızı masanın üzerine bıraktı.
"Tam tamına 2 saat sonra Gölge'nin karşısında olacağım. Şaka gibi!"
Gözlerimi devirdim ve oturduğum pufta rahatsızca kıpırdandım.
"Ah, ne mutlu sana!" dedim alaycı bir sesle. "Sonunda yıllardır içinde büyüttüğün aşkına kavuşacaksın."
Gözlerini kısarak bana delici bir bakış atmaya çalıştı. Fakat o kadar serseriydi ki, delici bakış atamıyordu bile.
"Afra..." dedi sesini incelterek. "Hadi, yavrum. Kalk hazırlan. Seçmelere geç kalmayalım."
Elimden tutup beni ayağa kaldırmaya çalışırken, "Kızım, bu ne? Kaç kilosun sen? Yüz falan?" diye cırladı. Bense bir yandan onu ittiriyor bir yandan homurdanıyordum.
"Gelmeyeceğim ben!" diyerek bağırdığımda hafif kalktığım mavi pufun üstüne düştüm. Dolunay kahkahalara boğulmuştu. Bir yandan düşmemden dolayı hafif acıyan kıymetlimi ovarken, diğer yandan Dolunay'a öldürücü bakış atıyordum alttan alttan.
"Afra ısrar etme işte. Hadi hazırlan! O başvuruyu yapmak için neler çektim ben."
"Kendimi o aptallara rezil edemem." Diye söylendim. Bunda anlamayacak bir şey yoktu. Israrlardan usanmıştım. Kendi kararlarımı kendim verebilecek kadar olgunken, bana ısrar edilmesinden ve emrivaki yapılmasından nefret ediyordum.
"Ne oldu sana? Hiçbir zaman ön yargılı konuşmazdın."
Sorusunu duymazdan gelerek başımı kaldırıp ona dikkatlice baktım.
"Neden başvuru yaptın? Dansı bize öğretmeleri için mi? Dolunay, kimseye zorla bir şey öğretemezsin. Bu saçmalıktan başka bir şey olamaz. Yani onlarda bunu düşünemiyorlarsa benim için aptaldırlar."
"Pes!" dedi ellerini havaya kaldırarak. "Cidden pes! Sana laf yetiştiremiyorum ben. Neyse, ay ben ne giyeceğim hala karar veremedim."
"Yardım ister misin?" diye sorduğumda kendime bayağı şaşırmıştım. Uzun zamandır ilk defa birisine yardım teklif ediyordum. Sanırım yardım almadığım için yardım etmeyi de unutmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Özgürlüğün Dansı
Teen FictionKafesinden kurtulmaya çalışan kuş gibiydim. Pencereden ağaçların üstündeki özgürce şarkı söyleyen kuşları izlerken, onlara imreniyordum ve kafesimin içinde kanat çırpıyordum. Bu esirlikten kurtulmak istercesine. Evimdeki o kuştum ben. Evim, benim ka...