Kolumdan tutup beni doğrulttu. Artık ne gidecek bir yerim nede söyleyecek bir cümlem kalmıştı. Ne yaşayacaksam, yaşayacaktım işte. Kaçışı yoktu.
Biraz daha yürümeye devam edince gelmek istediği kapı karşımızda duruyordu. Kadın içeri girmeden önce dikleşti, kafasındaki kapüşonu iyice yüzüne doğru çekti, renkli entarisini düzeltti. Buradaki her köle entari giyiyordu.
Kapıyı tıklayarak içeri girdi. Bende arkasından girmiştim. İçerisi bulunduğumuz binanın diğer tüm odaları gibi bembeyaz bir duvar odası ve bembeyaz eşyalarla kaplıydı. Odanın içinde bir yatak, içinde ne olduğunu bilmediğim bir sandık ve iki de sandalye duruyordu.
Sandalyelerden birinde bir adam yüzü bize dönük olacak şekilde oturuyordu. Yemek yerken ki gördüğüm adamla aynı tarz giyinmiş ve traş olmuş ancak o adamdan çok daha zayıf ve kaslı bir adam oturuyordu. Diğer adamdan yaşça daha büyüktü. Kafa derisi ve suratı sinekkaydı kazınmıştı. Onun da kaşında bir piercing vardı. Bu adamların birçok ortak noktası vardı.
Yarı laubali bir yüz ifadesiyle karşısındaki sandalyeye oturmamı oturmamı emreden bir işaret yaptı. Kısık gözleriyle bana bakarken,
''Otur şuraya, kaç yaşındasın sen?''
Bu soruya cevap verebilirdim sanırım.
''12.''
''İsmin ne senin?''
''A...''
''Tamam kes!''
Diyerek bütün gücüyle yüzüme tokadı vurmuştu. İsmimi söylemek için ağzımı açmam mı onu kızdırmıştı? Darbenin etkisiyle sandalyeden yere yuvarlanmıştım. Gelen tokat alt dudağımı patlamıştı, yere yapıştığım an kanın bir kısmı beyaz mermerlere akmıştı.
Göğsümden yakalayıp beni havaya kaldırdı ve elinin tersiyle diğer yanağıma sert bir darbe daha vurdu. Beynim bulanmıştı, gözlerim kararmıştı. Darbenin taze etkisi geçince yarı baygın gözlerle, kaymış bir ağızla adama bakmaya başlamıştım. Bu hoşuna gitmiş gibi gevrek gevrek gülmeye başlamıştı.
Beni sandalyeye geri oturturken kendi de beyaz sandığa doğru ilerliyordu. Sandığın kapağını kaldırdı. İçinde ne olduğunu göremiyordum. Bir çift eldiven, bir ince değnek ve bir parça kalın ip çıkardıktan sonra kapağını geri kapattı.
''Bu gün seninle çok eğleneceğiz prenses.''
''Bana ne yapacaksınız?''
Diye sordum endişe ve korku birbirine karışmış halde.
''Sen soru soramazsın lan!''
Dedi kükreyerek. Elindeki değneği yüzüme indirmişti. Gücüm tükeniyordu. Ümitlerim tükeniyordu. Çizgi şeklinde yarılan yüzümden hafif hafif kan sızmaya başlamıştı. Beynim vücudumun hangi bölgesindeki yaranın daha çok acımasına karar veremez bir haldeydi sanki. Beynim de ağrıyordu.
Adam elindeki değneği bana doğrultarak sağa sola sallamaya başlamıştı. Gözlerini kısarak kötü kötü bana bakıyordu. Yüzünden kötülük akıyordu.
Kimdi ki bu adam? Benden ne istiyordu ki? Daha da önemlisi beni kim sanıyordu?
Beni kaçırarak ailemden para alabileceğini mi düşünüyordu acaba. Annem zengin değildi. Eski değersiz bir evimizden başka bir şeyimiz de yoktu.
Peki bana yapılan bu işkencenin sebebi neydi? Bu kadarcık düşünmeye bile beynim dayanmıyordu.
Elindeki değneği bırakıp eli ipe uzandı. Otur şuraya der gibi bir parmak işareti yapmıştı. Oturdum. Elindeki iple önce ellerimi arkadan bir birine bağladı sonra da ayaklarımı sandalyeye bağladı. Ne yapacağını kestirmek zordu. Aklıma Selin'in anlattığı yalan hikâye gelmişti. Dehşet kulaklarımda çınlamaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Sanrısı (Wattys 2015 Kazananı)
Adventure''Belki hayat bana iyi davransaydı iyi birisi olabilirdim'' dedim karşımda oturan şeytana. Onaylar gözlerle bana doğru bakıyordu. ''O zaman bende olmazdım ama'' dedi bıkkın bir sesle. ''Olmasan daha iyi olurdu'' dedim. Her zaman ki gibi yine umursam...