6. Bölüm

97 14 6
                                    

~SILA'NIN AĞZINDAN~
Berk'le eve gelmiştik. Salona geçmiş oturuyorduk. Ama bunları yapalı yarım saat geçmişti ve biz geldiğimizden beri selamlaşma dışında konuşmamıştık. Bu sessizliğe dayanamayıp;
"Aaaaa." diye bağırdım.
Bütün yüzler bana döndükten sonra konuşmaya başladım.

"Niye kimse konuşmuyor. Arkadaşlar ben sessizliğe bu kadar zor dayanırken siz daha bu şekilde oturucaktınız."

"Ne yapmamızı istiyorsun Canımın içi?" Diye çıkıştı canım ikizim.

"Mısır patlatabilirsin mesela."

"Niye?"

"Çünkü biz birazdan Berk'le film seçicez ve yanında yiyecek bi şeyler olsa hiç fena olmaz."

"Ben seçeyim. Sen patlat."

"Hayır canım ikizim. Sen hep aksiyon ve korku filmi seçiceğin için sana izin veremem."

"İyi be tamam." dedi ve mutfağın yolunu tuttu.
Berkle filmlerin yanına gittik ve film aramaya başladık. THE NOTEBOOK filmini gördüğüm an elim tam cd'yi alıcakken o anda Berk'de tuttu ve birbirimize bakıp aynanda;

"En sevdiğim film."
"En sevdiğim kitap." dedik.

Ve birden birbirimize bakmaya başladık. Yüzüme o kadar dikkatli bakıyordu ki; her an öpebilir diye düşünebilirdim.
O anda ayak sesi duydum. Sanırım Güney yanımızdan uzaklaşıyordu.

Tamda düşündüğüm gibi olmuştu. Berk bana daha çok yaklaşmaya başlamıştı. Başını eğdi ama birden uzaklaşmak zorunda kaldım çünkü benim canım ikizimin mutfakta çığlık sesi gelmişti. Koşarak mutfağa gittik

Buse hanım tencerenin kapağını açık bırakmıştı ve kendini yakmıştı. Söylenerek;
"Buse çabuk mutfaktan çıkıp salona git. Mısırları ben patlatırım. Bi işi beceremedin."

"Aman iyi işime gelir benimde." diyip omuz silkerek mutfaktan Güneyle birlikte çıktılar.
Berk'le birlikte mısırları patlatmaya başladık. Mısırları yağ ve tuzla karıştırdıktan sonra tencereye koyup, kapağını kapattım. Mısırların patlamasını beklerken Berk'le hiç konuşmamıştık. Galiba o yakınlığı hala unutamamamıştı ve söyleyecek bir şeyi yoktu.
Mısırlar patladıktan sonra salona geçtik.
Filmin yarısındayken Busenin mızıkçılık yapmasıyla odama geçmek zorunda kalmıştık.
Berk odaya girdiğimiz an;

"Odan ne kadar da renkli. Aynı senin gibi."dedi
Gülümseyerek filmi televizyona taktım. Filmi izlemeye başlamıştık. Ama filmi izlediğimiz ilk 15 dakika doyunca berk sırf beni izledi. Bunu ona bakmadan bile hissedebiliyordum. Sonra tam ona dönecek ve niye bakıyorsun diyecekken telefonum çalmaya başladı. Telefonu açtım ve telefondaki bayan;

"Sıla Alsancak'la mı görüşüyorum?"

"Evet."

"Ben anneniz Serap Alsancak'ın doktoruyum. Anneniz bugün aşırı hız sebebiyle arabasıyla takla attı ve hastaneye kaldırıldı. Durumu çok kritik. Hemen Beykoz devlet hastanesine gelmenizi rica ediyoruz."

Telefonu kapattığım an ağlamaya başlamıştım. Berk bana soran gözlerle bakıyordu. Ama ağlamaktan konuşamıyordum.
Hemen kalkıp salona gittim ve Buse'ye olanları anlattım. Buse babamın ölümünde olduğu gibi bomboş bakmaya başladı. Elindeki bardağı düşürdüğü an cam parçaları yere dağılmıştı.

Mutfağa gitmeden önce Busenin ağzından;
Sılanın ani ve tuhaf çıkışından sonra mısır patlatmak için mutfağa gelmiştim ve mısırla aramızda bi bağ oluşana kadar ona bakmaya kararlı gibiydim. En sonunda mantığım doğrultusunda mısırları tencereye döktüm, onun üzerine de sıvı yağ koydum. Ocağın altını açıp başında beklemeye başlamıştım. O anda mutfağa Güney'in girmesiyle bakışlarım ona döndü. Ona bakınca koca gözlerini daha da büyüterek bir yere dikip baktığını gördüm.
Baktığı yöne bakmama gerek kalmadan mısırlar deli gibi üstüme patlamaya başlamıştı. Şok içinde olanları idrak ederken hesapsız bi şekilde "Yandım ahh" diye çığırdım. Güney de şoktan çıkıp beni kendine doğru çekti. O sırada Sıla ve Berk mutfaktan içeri girdiler. Patlamaya devam eden mısırın demir saplı tencerede olduğunu hesaba katmadan patlaması kesilsin diye alıp tezgaha koydum ama demir sap elimi öyle bi yakmıştı ki ellerimi sıkarak birkaç saniye öylece durdum. Sılanın homurdanma sesini duyunca kendime geldim ve acıyı yok sayarak ikizimin dediğini yapıp salona geçtim. Güney de benimle birlikte gelmişti. Elimin yandığını anlamış olmalı ki;

"Çok acıyor mu?" Diye sordu yumruk yaptığım ellerime bakarak.

Ben de "Geçer birazdan" diyerek konuyu kestirip attım. Sılalar da gelince filmi başlattık ama saniyeler geçmiyordu benim için sanki. O kadar iç sıkıcı bi filmdi ki kendimi yaprak dökümündeki Ali rıza Bey gibi hissetmiştim. Saate bakınca birazdan maçın başlayacağını hatırladım;

"Sıla birazdan maç başlayacak hadi siz senin odandaki televizyondan devam edin" diye böğürdüm.

"Hem ben hayatımda bu kadar sıkıcı bi film görmedim. Bi filmde silah sesi olmazmı canım aa" diye ekledim.

Sıla gözlerini bölerterek;
"Sen izle bencede burda çünkü maç izlerken hiç insana benzemiyorsun korkutucu oluyorsun yani" diyince, Sıla ve Berk Sılanın odasının yolunu tuttular.

Ben Güneye "Benimle maç mı izleyeceksin?" diye sormadan edemedim.
Güney de "Film içimi darladı, maç izlemek daha cazip geldi" diyerek kestirip attı konuyu. Maçın ilk dakikalarında tuttuğum takım gol yedi ve kendimi tutamayarak koltuğun tepesine çıkıp"Yuh be, bu gol yenir mi lan" diye evi inlettim resmen.

Güneyde söyleniyordu, gerçi benim sesimden ne dediği duyulamadı ama aynı takımı tuttuğumuzu öğrenmiş oldum. Ben kendimi takımın teknik direktörü zannedip bağırmaya devam ederek "Oğlum paslaşsanıza "derken televizyona mısır atıyordum. Güney bana şaşkınlıkla bakarken "Gollll beeee" diye bağırdım tüm gücümle. Bu sefer de sevinçten koltuğa çıkıp zıplamaya başladım. Soluma döndüğümde Güney'in de bana katıldığını gördüm. Hesapsızca tebessüm ettim. Güney zıplarken ayağı kayınca koltuğa sırt üstü bir şekilde düştü. Yok yok uçtu. Kahkahalar içinde ona bakarken dengemi kaybettim ve yüzüstü bi şekilde üzerine düştüm. Bardakinden daha yakındı yüzü yüzüme. Gözlerimin yine en derinine bakıyordu. Yine içimden kopan şey baş gösterip ben burdayım dedi. Ama ona aldırış etmeden Güney'in üzerinden kalktım. Dakikalardır maç izliyorduk. Daha doğrusu Güney'i bilmem ama ben sadece ekrana bakıyordum. Maç sesi hariç hiçbir ses yoktu salonda ve dayanamayarak

"Üstüne düştüm kusura bakma, yanlışlıkla oldu" dedim ağır bi şekilde saçmalayarak.
"Ağırsın kızım ,nerdeyse iç organlarım ağzımdan çıkacaktı" diyerek gülümsedi. Normalde olsa savaş çıkarırdım ama kendimi halsizleşmiş hissettiğim için Güney'in taktiğini kullanıp "Öyle olsun bakalım" dedim konuşma kısa sürsün diye. Birkaç dakika boyunca meyve suyumu içerek maçı takip ettim ama Sılanın ağlayarak salona girdiğini görünce elimde meyve suyuyla ayağa kalkıp "Noldu ,niye annem ölmüş gibi ağlıyorsun?" Diye sordum alayla karışık. Ardından yavaşlamış ağlaması eski hızına geri dönüp "Annemin arabası takla atmış durumu çok kritikmiş, ameliyata almışlar" dedi ağlamasını sürdürerek.
Sılanın cümlesinin hemen ardında vücudum uyuşmaya başladı ve bardak elimden kayıp parçalara ayrıldı. Sıla gibi ağlayamıyordum. Kalbim yanıyordu ama kelimeler beynimde kaybolmuş gibi olduğu için konuşamıyordum da.
Tek yapabildiğim şey hissizlikle bakmak olmuştu

MIKNATIS AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin