Miss You Like Hell

6.8K 161 39
                                    

Dokuz gün. Ondan dokuz gündür haber almadım. Dokuz gündür yüzünü görmedim. Dokuz gündür öpmedim onu. En güzel ses dokuz gün boyunca kulaklarımı okşamadı. Tenine dokunmayalı, sıcaklığını hissetmeyeli dokuz gün oldu. Ve ben dokuz gündür neredeyse duran zamana hayretle bakıyorum.

Dokuz gündür ölüyorum.

Apar topar bindiğim uçağa nalet olsun ki beni sadece bir kaç saat içinde ondan uzaklaştırdı. Orva Teyzem'e sınav dönemi tatiliyle ilgili yalanlar söyleyip odama çıktım. Geldiğim için çok mutlu olmuşlardı.

Bense bir insanın olabileceği en mutsuz noktadaydım. Nereye baksam onu görüyordum. Göğsüme oturan yumru yüzünden nefes almak imkansız hale gelmişti. Burnumun direği sürekli sızlıyordu. Gözlerime dolan gözyaşları atak için uygun zamanı kolluyordu. Bende kendimi odama kapatmış, pencereden ayaklarımı aşağı sallayarak çiftliği izliyordum ve attığım her adımın naletli olduğu konusunda kendimi ikna etmiştim. Fransa'da dünyaya geldikten bir kaç ay sonra ailemi kaybettim. Kurtulmak için İngiltere'ye gittiğimde ise onu. Ruhumun sahibini. Hayat ciddi anlamda benden nefret ediyor olmalıydı. Ya da belki onun bir suçu yoktu da, asıl sorun benim var oluşumdu.

Telefonum kapalıydı, kesinlikle bilgisayar veya televizyon açmıyordum. Herkesten kaçıyordum, haksız da sayılmazdım. Gelirken Alain'e kimsenin bana ulaşmaması gerektiğini sıkı sıkıya tembih etmiştim. Bu arada beni iki gün önce bir kere ev telefonundan aramış ve son gelişmeler hakkında bir bilgim olup olmadığını sormuştu. Onunla ilgili herhangi bir şey duyarsam onu affedeceğime emindim. O yüzden onu daha sonra arayacağımı söyledim ve ben aramadan bana ulaşmaması için uyarıda bulunup telefonu kapattım.

Depresyonumla sonuna kadar mutluydum. Yani onun gibi bir şey işte. Teyzem şu inanılmaz önemli hiper çevre yapan ve über saygınlık kazandıran sosyetik daveti müjdeleyene kadar tabi. Eniştem gelecek seçimlerde parlamento için aday olacak diye geçen yazın başından beri düzgün bir aile olduğumuzu göstermek üzere belirli sıklıklarda insanların binlerce euroluk elbiseler giyerek ihtiyaç sahiplerine düzenledikleri ve vizon kürklerle geldikleri hayvan koruma örgütleri için olan yardım gecelerine katılıyorduk. Ne ironi ama! İhtiyaç sahipleri aramızda ellerindeki gümüş tepsilerle şişesi bilmem kaç bin euroluk şampanyaları servis ederken pek muhterem hayırseverler birbirlerinin kuyusunu kazıyor. Kim ne giymiş, kimin kocası kimin karısıyla neler yapmış, kim devleti ne kadar tokatlamış. Ne kadar muhteşem değil mi? Onlar olmasa dünya nasıl döner bilemiyorum! İyi ki varsınız Kocaman Yürekli Hayırseverler...

Ailem öldüğünden beri bana bakan teyzem ve enişteme haliyle hayır diyemeyip geldiğim davet beni yine yanıltmamıştı. Aynı geyikler dönüp dururken sayamadığım kadar şarap içmiş ve puro kokusundan boğulup ölmeyi umarak duvara yaslanmış uyukluyordum. Hey, herkesin kendine özgü intihar yöntemi olabilir tamam mı? Beni yargılamayın kendilerini beğenmişler! "Merhaba Mademoiselle..." kafamı kaldırıp sesin geldiği yöne çevirdiğimde ağzımın düştüğüne yemin edebilirim. Şaşkınlıkla gözlerimi kırptım ve bu yaratığın gerçek olup olmadığına karar vermeye çalıştım. "Siz, iyi misiniz?" bu kadar aptal olmak zorunda mıyım? Yani neden yakışıklı bir çocuk görünce tutulup kalıyorum ki? Dışarıda bunlardan milyonlarca var. Harold'ı ilk gördüğümde de aynen buna benzer bi- neyse boşverin. "Beni duyuyor musunuz?" kendime yeterince kızmış mıydım? "Şey hayır, yani evet. Aslında şey, me-merhaba..." gülümseyerek uzattığım elimi yavaşça dudaklarına götürdü. Hey bu sahne sizce de biraz fazla tanıdık değil mi? "Ben Pierre, sizde isminizi bahşeder misiniz?" az önce sahne tanıdık demiştim ya, unutun gitsin. Bu kadar kibar kimseyle karşılaşmadığıma eminim! "Bende Eliane. Tanıştığımıza memnun oldum. Ah, ve siz diye hitap etmenize gerek yok." çok memnun oldum, çok çok fazla! "Eliane, güneşin kızı. İsminize çok yakışıyorsunuz. Ve sizin de bana siz diye hitap etmenize gerek yok." dediğinde ufak bir gülüşme seansı yaptık. O az önce iltifat mı etti bana? "Aslında en az benim kadar sıkılmış görünüyordun ve bende birlikte sıkılmak daha iyi olur diye düşündüm ama rahatsız ediyorsam seni rahat bırakabilirim?" otuz iki diş sırıtırken bir cevap beklediğini anlamam haliyle biraz uzun sürmüştü. "Harika! Yani rahatsız etmen değil, ah, rahatsız ettiğin için değil yani sıkıldığın için. Şey, bunu sıkıldığına sevindiğim için söylemiyorum tabi. Yani sevindim. Sıkılmana değil ama birlikte sıkılmak istemene. Of! İyi ki geldin, sıkıntıyı paylaşmak iyidir, bilirsin daha az sıkıcı olur ve-" dudaklarını birbirine bastırması daha fazla işe yaramadı ve kocaman bir kahkaha patlattı. "Neye gülüyorsun sen?", "Eliane çok tatlısın. Kıpkırmızı oldun ve elma şekeri gibi görünüyorsun!" ah, hadi ama! Bu ciddi anlamda şaka olmalı. Alnımda gizli bi dövme filan var ve orada elma şekeri diye dalga geçin filan yazıyor değil mi? Neden beni uyarmıyor kimse peki? Pislikler.

Mal de L'amourHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin