Merhaba. Öncelikle yorumlarınız için teşekkür ederim. Hikayeye olan ilgi yavaş yavaş artıyor sanırım. Bölüm biraz gecikti biliyorsunuz bayram. İyi bayramlar. Bu bölüm için bir şey demek gerekirse göz yaşlarınızı tutmaya çalışın derim. Neyse ipucu vermiyim. Ama bu bölümden sonra bence artık Jungkook ve Hee çiftinin arasında gerçek bir şeyler olmaya başlamalı değil mi? Ve sizin öğrenmediğiniz pek çok konuya hikayede açıklık getireceğim. Neul gibi mesela. Hee'nin ve Jungkook'un aile ilişkileri gibi. Fazla uzattım. Yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin.
Bölüm şarkısı: Avril Lavigne-When You're Gone
İyi okumalar...
---------------
Yürümekten ağrımış olan ayaklarıma baktım. Güzel ayakkabılarım çamurun bin bir tonuna bürünmüştü. Ne mi olmuştu alt tarafı sevdiğim çocuk beni ormanda bırakmıştı. O şıllık yanımızda olmasa bile Jungkook ile aramızı mahvetmişti. Tek istediğim şey telefonumun bir an önce kapsama alanına girmesiydi ve bu aptal yerden kurtulmaktı. Yapraklar taşlı yolu kaplamasına rağmen çamurdan dolayı berbat görünüyordu. Daha ne kadar kötü olabilirdi ki yağmur yağmaya başladığında sinirle ayağımı yere vurdum.
Daha kötüsü... Hep daha kötüsü oluyordu. "Ciddi misin!!! Bu durumdayken yardıma ihtiyacım varken yağmur mu yapıyor!!!"
Adımlarımı hızlandırdım. Gücüm nerdeyse tükeniyordu ama ne kadar hızlı olursam o kadar iyiydi. Jungkook aklınca bana ders vermek istiyordu sanırım. Beni burda bırakarak... Aptal çocuk anlamıyordu ki beni sevmediği sürece ben zaten yetirince acı çekiyordum. Verdiği ders ile bana bir şey öğretmiyordu yarama tuz basıyordu sadece. Biraz daha yürüdükten sonra artık gücüm tükenmişti. Oturabileceğim bir ağaç altı aradım ama yoktu. Hava da soğuktu. Belki de buraya kendimi atıp ölümü mü beklemem daha iyi olurdu.
Jessi'nin Ağzından
Okuldaki aptal karmaşaya bir göz atıp bakışlarımı tekrar yere indirdim. Suga, Jungkook ile konuşmuştu ve özetlemek gerekirse küçük çaplı bir kavga etmişlerdi. Hepsi o aptal kız yüzündendi. Ve o aptal çocuk... Jungkook... Hee onun için ne kadar çabalıyordu görmüyor muydu bu çocuk... Bu zamana kadar susmuştum küçük şeylere müdahale edip durumu kurtarmaya çalışmıştım ama o çocuğa birinin doğruları söylemesi gerekiyordu artık.
"Nerdeymiş."dedim Suga'ya. "Barda." Adresi telefonuma göndermesini söyleyip hızlıca arabama doğru ilerledim. Hee yanında olsa iyi olurdu yoksa benden çok çekeceği vardı. Alice sürtüğüyle de daha sonra görüşecektim. Kardeşimin canımı yakmak mı karşılarında benim gibi birinin durduğunu bilmiyorlardı sanırım. Telefonuma mesaj geldiğinde hızlıca elimde tuttuğum telefonumu açtım.
Bar okula beş dakikalık uzaklıktaydı. Daha önce önünden geçmiştim sanırım. Arka sokaklardan birinde olmasına rağmen oldukça gösterişli bir yerdeydi. Tahmin ettiğim gibi beş dakika gibi bir sürede bara vardım. Anahtarı görevliye fırlatarak "Güzel bir yere park et."dedim ve hızlıca kapıdan içeri girdim. Bakışlarım Jungkook'u arıyordu. Köşedeki rahat koltuklardan birinde Alice ile birlikte oturduğunu gördüğümde sessizce mırıldandım. "Bir taşta iki kuş." Yanlarına vardığımda elimde tuttuğum telefonu sertçe masaya koydum.
Jungkook ifadesiz gözleri bana döndüğünde sinirle masanın üstündeki bardağı elime aldım. Bardağı sol tarafımdaki duvara doğru fırlattığımda kırılan parçalar dans eden birkaç kişinin ayağına çarpmıştı. Müzik durduğunda Alic'in saçını elime doladım. "Hee nerde?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IMPRESSIVE -Askıda-
Fanfiction"O gün anlamıştım uçaktayken. İnsanlara ve konuştukları kişilere bakıp sonra kendi yanındaki boş koltuğa baktığında anladım ben seni Hee. Neler hissettiğinden çok ne istediğini anladım. Sen sana değer verip seni kollayacak birisini istiyorsun. Ağlad...