Bölüm 13 - Hamle

64 6 1
                                    

BÖLÜM 13

Arif abinin doğum gününden sonra iki hafta geçmişti. İki haftada Aybars'ı görmemiştim. İki hafta onu görememenin rahatlığıyla bana takıntılı olma mevzusunu da unutmuştum. Okulun bahçesinde sessiz bir köşede oturuyordum. Elimde dershanede yapılan sınav sonuç kağıdıyla kara kara düşünüyordum. Açıkçası gerçeklerin yüzüme bu kadar sert çarpacağını tahmin etmemiştim. Bu aldığım puanlarla istediğim bölüme gitmem imkansızdı. Çalışsam başarabilirdim ama içimden çalışmak kelimesinin 'ç' si bile geçmiyordu. Ne yapabilirim bilmiyordum. Elimdeki kağıda canımı kast eden bir varlıkmış gibi son kez baktıktan sonra buruşturup yakınımda duran çöp kutusuna attım. Okula doğru yavaş adımlarla ilerliyordum. Dalmış makine misali otomatik ve ağır adımlarla yürürken omzuma vuran şey dengemi bozmuş, beni yere düşürmüştü. Zaten düşmekten ve çarpmaktan başka bir işe yaradığım da yoktu. Kafamı moral bozukluğunun getirdiği yavaşlıkla kaldırdığımda karşımdaki benim 'sarı öküz' diye tabir ettiğim Oğuz'du. İri yapısı ve sarı saçlarıyla bu tanıma fazlasıyla uyuyordu. Her zamanki soğuk ve küçümseyici bakışlarını atıp en soğuk sesiyle bana "Pardon." deyip yoluna devam etti. Ben bu çocuğa boşuna öküz demiyordum ki. Fazlasıyla hak ediyordu. Sinirle ayağa kalkıp üstümü silkeledim ve yoluma devam ettim. Sınıfa vardığımda moralimi düzeltebilecek insanlara bakındım. Arka tarafta oda arkadaşlarımın ikisinin de içinde bulunduğu grup eğlenerek kahkaha atıyordu. Şimdi onların arasına gitsem moralim fazla bozuk olduğu için onların da enerjilerini düşürebilirdim. Zaten ben de bir anda o kadar neşeyi kaldıramazdım. Sema'ya baktım. O da sıra arkadaşıyla oturup bir şeyler konuşuyordu. Anlaşılan yalnız kalmıştım. Sessizce sırama oturdum ve kafamı eğip düşünmeye başladım. Test çözecek halim yoktu çünkü. Zaten son dersteydik ve gün beni yormuştu. Daha okulun üzerine üç saat de dershanede dersim vardı. Sıkıntıyla ofladım. Çevreme bakındığımda kimse durumunu değiştirmemişti. Tekrar oflayarak önüme döndüm. Hiçbir zaman moralinin bozukluğu hemen fark edilen biri olmamıştım. Hep öyle olmayı istemiştim ama neşeli olduğum bazı zamanlar dışında ortamda hep pasif kalan bir havam vardı. Gözüm sürekli saate kayıyordu. Kafamı sıraya koyup tüm moral bozukluğumla kafamı sıraya yasladım ve zamanın geçmesini bekledim. Bir süre sonra zil sonunda çalmıştı. Zaten toplu olan çantamı omzuma atıp sınıftan koşarcasına çıktım. Bunalmıştım sınıfta çünkü. Ne kadar çabuk çıkarsam okuldan o kadar iyiydi. Hızlıca yürüyerek yurda ulaştım. Dershaneye yetişebilmemiz için elimizi çabuk tutmamız gerekiyordu. Oda arkadaşlarım sırayla odaya girerken ben de üzerimi değiştiriyordum. Artık onların yanında üzerim değişmeme alışmıştım. İlk zamanlar çok utanıyordum ve üzerimi değişmek için zamanım varsa odada olamadıkları zamanları seçiyordum.

Ben çoktan hazırlanmış arkadaşlarımı bekliyordum. Onlar da yavaş olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Sıkıntıyla ofladım.

"Ne kadar yavaşşınız ya. Çok sıkıldım ben."

"Tamam ya koltuğa in sen, geliyoruz biz."

Kafamı iki yana sallayıp aşağıya indim. Koltuk dediğimiz yurt müdürünün odasının önündeki bekleme koltuklarıydı. Ayakkabılarımı bağlayıp rahatsız ve şekli yamuk olan koltuğa oturdum. Birkaç dakika sonrasında ise bizimkiler sonunda inebilmişti.

"Sonunda yani. Artık sizden umudu kesmiş gidiyordum."

"Kızma hemen bak sana ne getirdim." Diyerek elime bir çikolata uzattı. Gözlerimi kısarak ona baktım. Bu bir rüşvetti. Hem de ağır bir rüşvet. Yiyeceklere karşı koyamamam bunu her seferinde kullanmalarına engel değildi. Gözlerimi kısarak oluşturduğum komik tipime kahkaha attılar. Sırıtarak çikolatamı yerken bir yandan sırt çantamdaki otobüs kartımı çıkartmaya çalışıyordum. Başaramayınca somurttum.

NÂR ve MÂ (Ateş ve Su)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin