Merhaba, arkadaşlar. ESİR' den sonra bu hikayeyle yeniden birlikteyiz. Umarım çok güzel bir süreç olur. İkinci hikayem. ESİR' de olduğu gibi ilginizi bekliyorum. Bu hikaye kurgusuyla, karakterle, çok farklı olacak. Daha önce hiç denemediğim türden. Umarım, seversiniz.
Bölüm şarkısı: Christina Aguilera- İmpossible.
"It's impossible to love you."
İyi okumalar dilerim.
"Ben yazdığım hikayelerle ve okuduğum kitaplarla büyüdüm," dedi genç yazar, okuyucusunun çocukluğuyla ilgili sorduğu bir soru üzerine.
Kahverengi dalgalı saçlı, mavi gözlü okuyucu, hayran hayran genç yazara baktı. Onu ne kadar çok sevdiği gözlerinin içindeki gülümsemeden belliydi. Fuardaki tüm okuyucuları böyleydi.
Ve yazarında okuyucularını çok sevdiği, onlarla ilgileniş şeklinden anlaşılıyordu.
Teşekkür ederek ayrıldı, genç kadın. Okuyucularının hepsi teker teker yazarın yanına geldiler. Fotoğraf çekildiler, sarıldılar, imzalarını aldılar. Kimileri onu çok sevdiğini söyledi, kimileri ona aklında takılan soruları sordu... Sonra da yavaş yavaş dağıldılar.
Yazar bir kez daha, iyi ki yazmışım, dedi. İyi ki hayatımı değiştiren bu kitabı yazmışım ve iyi ki ablamın zoruyla yayınevine göstermişim. İyi ki yazmak fiiline sığınmışım.
Okuyucularını çok seviyordu. Onlarla sohbet etmeyi, onlarla aynı satırlarda ağlamayı; gülmeyi. Kendisinin yarattığı karakterleri; okuyucularının benimsemesini seviyordu.
Fakat bugün bedenen çok yorulmuştu, her ne kadar belli etmemeye çalışsa da. Siyah, düz saçları çok uzunlardı ve sabahtan beri salık oldukları için ensesi terlemişti. Koyu kahverengi gözlerine sanki biri baskı uyguluyordu sanki. Kapanmamak için direniyorlardı. Bu durumun, gece sadece üç saat uyumasının da payı vardı. Hiçbir zaman düzenli bir uyku düzeni olmamıştı. Gece hep çok az uyurdu. Boyu kısa olduğu için bugünde topuklu ayakkabı giymek zorunda kalmıştı ve ayakları inanılmaz ağırıyordu. Daha çok kemikli olan yüzü, çökmüştü. Belki de gece, yazmayı bırakıp daha fazla uyusaydı, bunlar başına gelmeyecekti. Ama kafasının içindekileri de kağıda dökmeden, her gece olduğu gibi; uyuyamazdı.
Bu kitaba başladığı ilk zamanları hatırladı. Kurgusunun, kafasına düşmeye başladığı, yazmaya cesaret edebildiği ilk yılı...
Annesi ve babasını bir trafik kazasında kaybetmenin ardından bir hafta geçmişti o zamanlar. Annesi ve babasının mezarı önünde durmuş, öylece dinliyordu, kafasının içindeki düşünceleri. İçinde bulunduğu bu şeyin, bu acının böyle geçmeyeceğinin farkındaydı. Bundan kurtulmalıydı; en azından kurtulabildiği kadar. Yazmalıydı. Kafasını başka bir şeyle meşgul etmeliydi. Acısını yaşamak yerine, yazmayı tercih etti. Satırlarına akıttı, acısını. Her bir cümlesini yazarken, hissetti. Evet, başka bir kurguydu ama acı aynıydı. Bu yüzdendi belki de, kitabın okuyucuya bu kadar çok geçmesi.
Eliyle saçlarını tek tarafa topladı. Bir an önce eve gitmek, duş almak, üzerindeki şu lanet kıyafetlerden ve topuklu ayakkabıdan kurtulmak, kahve içmek ve bir sigara yakmak istiyordu. Ayağa kalktı. O sırada yanına gelen yayınevi görevlisini gördü. Başıyla selamladı ve küçük bir tebessüm etti.
"Sizi eve bırakması için bir taksi çağırdım, kapının önünde bekliyor, Eflin Hanım," dedi yanına varan orta yaşlı adam. Seçtiği yayinevinin insanları çok samimiydi ve çok sıcak bir ortam yaratmışlardı. Aradaki mesafeyi korumalarına rağmen, o güveni verebiliyorlardı.
"Teşekkürler," diyerek gülümsedi genç yazar.
"Bugün daha kalabalıktı burası. Severleriniz çoğalıyor sanki? Yine çok güzel ilgilendiniz. Ama bugün daha yorgun gördüm sizi? Bir şeyiniz yok ya?"
"Gece pek uyuyamadım, ondan. Dinleneyim, geçer. Haftaya son imza gününde görüşürüz o zaman, iyi akşamlar Yalçın Bey."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEPKİSİZ
Teen FictionGururu sevgisinden ağır bir adam ve sevgiden başka verecek hiçbir şeyi olmayan bir kadın.