Bölüm 4

4.5K 325 4
                                    

Gözlerimi araladığımda tam üzerime düşen bir ışık huzmesi vardı. Güneşin yoğunluğu o kadar fazlaydı ki, güneşlenirken altında uyuyakalmışım üzerinden saatler geçmiş gibiydi. Sıcaklık içime işlemişti. Üzerimde ki tişörtü çıkarmak için elimi tişörtüme uzattım. Ama üzerimde tişört yoktu. Yattığım yerden kafamı kaldırdığımda tamamen çıplak olduğumu gördüm. Hemen yerimde doğrulup etrafa baktım.

Yağmur yağıyordu. Evet az önce yandığımı düşünüyordum. Ama şiddetli bir fırtına vardı etrafımda. Şaşkınlık içinde kafamı havaya kaldırdım. Güneş hala tepemde parıldıyordu. Gölgemin ve benim olmadığım her yerde şiddetli bir fırtına vardı. Çırılçıplaktım. Ve ne gökyüzünün ne de bir tane ağacın olduğu bir yerde yatıyordum. Tek başıma.

Bakışlarımı tekrar etrafta gezdirdim. Çok ileride büyük bir ağacı ancak ikinci bakışımda fark edebildim. Oraya gitmek için ayaklandım. Çırılçıplak olmam şu an umurumda değildi. Tek kurtuluşum olan şey o ağaçmış gibi bir his vardı içimde. Ne pahasına olursa olsun ona ulaşmak zorundaydım. En son nerede ne yaptığımı bilmiyordum. Kurtuluşum o ağaçtı. Büyükbabam beni merak etmiş olmalıydı.

Kurtuluşum o ağaçtı. Aklıma ne zaman başka bir şey getirsem beynime dolan bu düşünce beni içine çekiyordu.

Kurtuluşum o ağaçtı.

Tepemde parlayan beni sıcaklığına çeken güneş. Çevremde fırtına, hızlı adımlarla ağaça doğru yürümeye başladım. Ayaklarımda derman kalmayana kadar yürüdüm. Ayağıma bir şey batmıyordu. Ama o kadar çok yürümüş olmama rağmen, ağaca biraz olsun yaklaşamamıştım. Gerçek dünyaya göre iki saat kadar yürüdüm. Ağacın artık bir ağaç olmadığını anlayacak kadar yaklaşmıştım. Bir hayvandı. Ya da ben öyle tahmin ediyordum. Kocaman kuyruğunu görebiliyordum. Ve ağacın yaprakları zannettiğim kalabalığın kanatlar olduğunu görecek kadar yaklaşmıştım. Rengi açık kahveydi. Sanki yele gibi omurgasından aşağı çıkıntılar iniyordu. Eğer gerçek dünya da biraz efsanelerle ilgileniyor olsaydım. Onun ne olduğunu bilebilirdim. Ama şu an bunu anlayamayacak kadar yürümüştüm. Yorgun düşmüş, susamıştım.

Kurtuluşum o'ydu.

Ayaklarım ona doğru hızlı bir koşuya geçtiğinde, bedenimi başka bir şey taşıyor gibi hissediyordum. Koştuğumu bile hissedemiyor, sadece süzülüyor gibiydim. Bu kadar koşmama rağmen ona yaklaşamamıştım.

Gerçek dünyaya göre bir saat daha koştum.

Artık o'nun yanına gelmiştim. Tepemde ne beni takip eden güneş ne de etrafımda fırtına kalmıştı. Kapkaranlık bir ortamdaydım. Ama her şeyi net olarak görebiliyordum.

Derisinden yayılan kokuyu bile alabiliyordum. Kuyruğundan başlayarak incelemeye başladım. Devasa büyüklükte bir yaratıktı. Kanatları iki yanında kapalı bir şekilde duruyordu. Sanki yaralı gibiydi. Uysal uysal nefes alıp verirken, bedeninden hırıltılı sesler yükseliyordu. Uzaktan gördüğüm yele, dokunma isteği uyandıran dikenlere benziyordu.

Kanatları geçerek ön tarafa doğru ilerlemeye başladım. Yüzü, neye benzediğini merak ediyordum. Acaba bu hayvanın cinsi neydi. Belki gerçek dünya da bir ismi vardı ama bu dünya da benim için kurtuluştu.

Öne doğru ilerledim. Bedeni o kadar genişti ki, ön tarafa geçebilmek için uzun süre yürümek zorunda kalmıştım. Ön tarafa yaklaştığım da büyük bir homurtu çıkardı. Uyuyordu. Yüzünü gördüğümde şaşırmıştım. Büyük bir kertenkeleye benziyordu. Çok çirkindi, vücudu açık kahveydi ama yüzü koyu kahverengiydi. Burnundan çıkan nefesle birkaç adım geri sendeledim ama vazgeçmedim ona yaklaşmaya devam ettim.

Ejder LorduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin