Hadi başlıyoruz.
On ay olmuştu. Insanlık tarihinin en kısa süren savaşlarından birinin üzerinden on ay geçmişti. Benim için büyük kayıplarla dolu olan bu savaştan sağ çıkmak benim için pek anlam ifade etmiyordu. Artık benim için hiçbir olay anlam ifade etmiyordu. Yaralarımın iyileşmesi zaman alsa da artık eskisi gibi değildim. Boş ve hissiz bir yapıya sahiptim artık. Eskiden olaylara karşı verdiğim tepkiler ne kadar aşırı ve dramatikse şu an tam tersi o kadar sakindi. Aslında bir bakıma büyümüştüm. Olayların akışın beni büyütmesine izin vermiştim. Kendimi akışın rüzgarına bırakmıştım.
Hareket eden bir arabadan elimi dışarı çıkarttığımda rüzgarın avuç içlerimde bıraktığı, kolumun o hızla olduğu yerde kalmaya çalışmasına benzer bir direnç içindeydi aklım ve bedenim. Evet burada yaşıyordum ve yaşamaya mahkum edilmiştim.
Ariana ile yaptığım bağlılık yemini ve ruhlarımızı birbirine bağlamamızın ardından, Jane'den ve geri kalan herkesten büyük tepkiler alsam da bunu onu sevdiğim için ve onsuz bir hayatın içine mahkum olmak istemediğim için yapmıştım. Aslında bir bakıma Ariana'nın da bunu bu sebeple yaptığını düşünüyordum. Belli ki o da şu an içinde bulunduğum durumda bulunmak istememişti.
Daha önce de ölümler görmüştüm. Sevdiğim insanların gömülüşünü izlemiştim. Ariana yetişkinliğimin, erişkin olma yolunda ki yaşadığım her şeyin, gücümü bulmamın, savaşmanın, aşkın her aşamasında yanımda olduğu için hayatımda ki en önemli insan olduğu gerçeğini asla inkar edemezdim. Ancak yoktu. Bitmişti. Büyük aşk, o his yoktu.
Kolumda onun arkasından kalan dövmem benimleydi. Yok olmasını beklemiştim. Ölmediğime üzülürken, her şeyi inkar ettiğim o anda dövmenin bedenimden kopup gitmesini her şeyden çok istemiştim.
Direksiyonu daha da sıkı kavrarken dövmeme göz ucu ile baktım. Arabada çalan şarkının 'Love of my life' olduğunu o an anladım. Bu şarkıların beni etkilemesine engelleyeli uzun zaman olmuştu.
Büyükbabamın evine doğru giden yola saparken boğazımı temizleyerek kendimi hazırladım. Birkaç haftadır onu ekiyordum. Görüşmek istememiştim. Bir şeylerin arkasından gidiyordu. Ariana'yı gelmesine izin verdiği için vicdan azabı duyduğunu biliyordum. Ancak ona hiç kızmamıştım. Ariana'yı durdurmanın bir yolu yoktu. Ölmesi gerekiyordu. Öldü. Gitmişti. Gözlerimin önünde uçuşan tüğlerinden kalanları toplamalarını izlemiştim. Babasının haykırışlarını dakikalarca dinlemiştim. Benim davamdı onu öldüren, onu öldüren ejderin gücü benim güçsüzlüğümdü.
Büyükbabamın kapısı açıktı. Derin bir nefes alarak eve girdim. Içeriden hiç ses gelmiyordu.
'Büyükbaba' diyerek seslendim.
'İçerdeyim'
Sesin geldiği büyük salona doğru ilerledim. Büyükbabam, Matthew ile oturuyordu. Bu tablo beni şaşırtmıştı. O günden beri Matt'i hiç görmemiştim.
'Merhaba' dedi Matt ayağa kalkarak. Yanıma doğru ilerleyip elini uzattı. Kapının girişinde öylece dikildiğim için elimi uzatmam ve içeri girmem yirmi saniyemi almıştı. Içeri girerken büyükbabama baktım, yaklaşıp onu öptüm.
'Nasılsın büyükbaba?' dedim.
'İyiyim nerelerdesin kaçak?' dedi. Sesinden ne kadar yaşlandığını hissedebiliyordum. Mücadele etmek. Bir hiçin arkasından koşturmak onu yaşlandırmıştı.
'Neler buldun?' dedim konuyu kapatarak.
'Aslında Jane'i beklesek iyi olur o da geliyordu' dedi büyükbabam.
'Önemli bir durum mu var?' dedi Matthew. Bir şeyden haberi olmadığı belliydi. Büyük salonun kapının karşısında kalan duvar tamamen çarçevelerle doluydu. Oraya doğru ilerlediğimde annem, babam, abimin olduğu bir tablo vardı. Hepimiz mutluyduk. Bir aradaydık. Yan tarafında Ariana ve benim savaştan önce çekilen son fotoğrafımız vardı. Büyükbabamın arkadaşlarının olduğu fotoğraflara bakarken Jane içeri girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ejder Lordu
Fantasía19 yaşında ki William, dedesinin apar topar kendisini evden uzaklaştırması, yeni bir okula ve insanlara adapte olmaya çalışırken, vücudunda ve beyninde gerçekleşen değişikliklere, kendi kendine çıkan dövmelere anlam vermeye çalışırken aynı zamanda g...