Kayıp anılar

100 5 0
                                    

       Demir ranzamın altını temizlerken gözüme ilişen minik valizim geçmişe gitmeme neden oldu. Annemden kalma valizimi yatağın altından çıkarıp deri yüzünü okşadım. Elime geçtiği ilk anki gibi ürperdim. Evden ayrılırken sadece bana ait olan şeyleri alıp kalan herşeyi bırakma isteğiyle annemden kalan valizimi alıp içine koyacak bir şey bulamayıp hüzünlenmiştim. Salonunda kahkahalar atarak yemek yediğim, televizyon izlediğim, onunla zaman geçirdiğim ev o an ne kadar da boş gelmişti bana. İçim ürperdi.Bir kaç fotoğraf, annemin günlüğü diplomam dışında bir kaçta kıyafet alıp yemek masasına imzaladığım boşanma dilekçesini ve yüzüğümü bırakıp arkama bakmadan çıkmıştım evden. Arkama bakmamın tereddüt etmeme neden olmasından korkup hızla uzaklaşmıştım. Terminalde kalkmak üzere olan otobüse zorlukla binip kendimi koltuğa bırakana kadar yaptığımın bilincinde değildim. Gidiyordum. Hiç bir şey almadan herşeyi en çokta duygularımı bırakarak gidiyordum. O an geçmişimi silmek istedim. Benim için kaybolmasını istedim. Kayıp anılar beni üzmezdi değil mi? Valizi açıp annemin günlüğünü elime alıp başka anılara boğuldum bu sefer. Ne kadarda benziyor hayatımız. Zavallı anneciğimde kocasını bırakıp gitmişti. Arkasında bir defter ve beni bırakarak sessizce beklenmedik bir anda çıkmıştı hayatımızdan. O günü hatırlamak istemesemde gözümde belli belirsiz anılar canlanıyordu. Anneciğimi toprağa verirlerken ben olan bitenden habersiz oyun oynuyordum. Henüz 5 yaşında bir kızın yapacağı gibi aptal oyunumla meşguldüm. Onu bırakıp evimize geldiğimizde yokluğunu bile fark edememiştim. Yorgunlukla bir köşede uyumuş kalabalıktan bana acıyan biri tarafından yatağıma taşınmıştım. Annemin bir daha gelmeyeceğini anladığımda hayata küsmüş herkesten kaçar saklanır olmuştum. Nasıl olurdu o benim annemdi. Bir anne çocuğunu bırakır mıydı? İçime dolan çocukluk hüznüm boğuluyor gibi hissetmeme neden olunca küçücük odamın küçücük camını açtım. Odama giren hava yüzüme çarpıp beni serinletti. Düşüncelerimden uzaklaşıp sallanan sandalyemi camın önüne çektim. Ferah hava düşüncelerimden sıyrılmama yardımcı oluyordu.serinlik hoşuma gitmişti. Masamı camın önüne çekmenin iyi fikir olduğuna karar verip hemen işe koyuldum. Koyu kahve ahşap masa camın önünde hoşuma gitti. Bir yıldır bunu akıl edemeyişime kızıp odamı temizlemeye geri döndüm. Anneciğimin valizini eski yerine itip odama baktım. İlk geldiğim günden oldukça farklıydı. Yuvam olmuştu. Bana ait mutluluk dolu yuvam. Oysa geldiğim gün ne kadarda çaresizdim.Otobüsten genç bir beyle inmiştim. Aslında ben zorla bindiğim otobüsten koltuğun sahibi gelince mecburen burada indirilmiştim. Düşüncem yüzümde bir gülümseme oluşturdu. "Sizde gönüllü olarak mı geldiniz?" Genç adama döndüm. Şaşkın suratıma bakınca tahmininin yanlış olduğunu anlamış olmalı ki "sizde buraya öğretmenlik için geldiniz sandım özür dilerim." Diye açıkladı. Ağzımdan çıkan kelimelere inanamadım bir süre. " evet öğretmenlik için geldim. Fakat başvuru yada onun gibi bir şey yapmadım. Şimdi ne yapmalıyım?" Gülümsedi. "Merak etmeyin dilekçe ve diplomanız yeterli." Gerginliğimi yanlış anlamış olmasına güldüm. "Beraber muhtarın yanına gidelimde işlerimizi halledelim." Tanımadığım bir adama güvenip peşine takıldım. Tek katlı küçük muhtarlık binasını önünde durup yüzüme dikkatle baktı. Gerildim "tanışmadık bile. Ben Efe.sosyal bilgiler öğretmeniyim."  "Alya. Matematik öğretmeniyim." Elini uzatıp gülümsedi. Bir süre eline baktım. "Buraya geldiğin için pişman mısın?" Onaylamayarak başımı iki yana hızla salladım. "O zaman biraz çekiniyorsun?" Merak ve ilgiyle yüzüme bakıyordu. "Ailen böyle birşeyi nasıl onayladı? Çokta küçük gözüküyorsun." Omuz silktim. "Ailem yok." Kırdığı pot utanmasına neden olup yüzü kızardı. Özür dileyip geçmem için kapıyı tuttu. Kısa boylu göbekli muhtar oldukça sevecen karşıladı bizi. "Bir örtmen bulamazken 2 dene örtmen geldi göyümüze." Bozuk ağzı istemsizce gülümsememe neden oldu.diplomamı eline alıp Bir kağıda bir bana baktı. "Gız sen essah örtmen misin? İnanamadıydım bu kağdı görene gadara. Pek bir güçük geldin gözüme." Utangaç bir tavırla gülümsedim. "21 yaşındayım efendim. Yeni mezun oldum." Kendisiyle böylesine saygılı konuşmam hoşuna gitmiş olacak ki omuzlarını dikleştirdi. İşlemlerimi halledince ne olduğunu anlamadan bu küçücük kasabanın öğretmeni olmuştum. Geçmişte yaşanmış bulaşıcı hastalık nedeniyle kimsecikler gelmek istemiyormuş. Oysa Bursa'nın bu tatlı kasabası önceden nasılda kalabalık olurmuş. Kendi halkı bile korkup kaçmaya başlamış. Muhtar hüzünle anlatırken bizi okula getirdi. İki ayrı bina vardı. Biri okul binası diğeriyse öğretmen evi. İkiside aynı bahçede bulunuyordu. "Bu bina örtmenler için. Bir başına bir gızcağıznan bir oğlanı burda bırakmak hoş gelmez bize örtmen hanım sana başga yer  bulalım o zamana gadarda hatçe nenede gal? Bak oda şuracıkta oturuyor." diye okulun yakınlarında iki katlı eski bir ev gösterdi. Teklifini reddedince beni kenara çekip efe beyden yana bir sıkıntım olursa hemen ona başvurmamı tembihledi. Sonra ikimize dönüp bir ihtiyacımız olursa ona gitmemizi söyleyi muhtarlığa geri döndü. Köydeki bütün evler gibi bu okul ve öğretmen evide oldukça eskiydi. Aslında yanyana iki evken okula dönüştürülmüş eski bina ve öğretmen evinin çevresi kapatılıp okula dönüştürülmüş. İki katlı öğretmen evinin üst katında bir odayı ben seçmişlen efe beyde rahat etmem için alt kattaki bir odayı seçmişti. Dinlenerek geçirdiğim bir günün ardından güçlü biri gibi bazı kararlar almıştım. Bura artık benim evimdi ve herşey geride kalmıştı. Yeni bir başlangıç beni bekliyordu. Öncelikle odamı temizledim. Ardından ortak mutfağı. Muhtara gidip ortak banyoyu kullanamayacağımı söyleyince memnuniyetle karşılamış bir kaç gün içinde odama ufak bir banyo tuvalet yaptırmıştı. Odamın işleri biterken bende Efe beyle okulu temizlemeye koyuldum. Kasabalı hemen yardıma gelmiş işimiz kısa sürede bitmiş geriye birtek boya kalmıştı. Efe bey boyaları alırken bende muhtardan aldığım öğrenci listesiyle kapı kapı dolaşıp öğrencilerimi topladım. İşim uzun sürmedi küçücük kasabada ilköğretim çağında yanlızca 23 öğrenci vardı. Okullar onları hastalık bulaşma riskiyle kabul etmemiş. Liseliler daha şanslıymış onları yatılı vermiş aileleri. 23 öğrencim okulun bahçesinde şaşkınca bana bakıyordu. Karşılarına geçtim. Herkesin eline fırça verip okula yönlendirdim. Kendi okullarını boyarken oldukça eğleniyordu çocuklar. Okulun boyası tadilatı temizliği derken bir haftayı geçirmiştim. Düşündüğümün hatta korktuğumun aksine çabucak geçmişti zaman. İlk ders günümüzde çocukları gruplara ayırdık. Okula yeni başlayan öğrenciler ilk gruptu. 2,3,4. Sınıflar 2. Grup 5,6,7 ve 8. Sınıflar ise son gruptu. Sabahın ilk saatlerinde derse başlıyor geç saatlere kadar devam ediyorduk. Efe ağabey-bir yılda oldukça mesafe katetmiştik. Bey bir anda ağabey olmuştu.- 1. Sınıfları tek başına üstlenip kısa sürede okuma yazma öğretmiş hızla geliştirmelerini sağlamıştı. Ben daha toy bi öğretmen olarak kendime onu örnek almış işimi severek yapmaya başlamıştım. Derken bu gün tam bir yılımı doldurmuştum. Yerimde huzursuzca kımıldandım ne kadarda dolmuştum. Çalan kapım dikkatimi dağıttı. "Alya?" Hemen kapıyı açtım. "Bir şey mi oldu Efe ağabey?" Yüzümü dikkatle inceleyip o sıcak gülümsemelerinden birini bahşetti. "Akşam yemeği hazır aşağı gelde yiyelim." Şaşkınlıkla sol kolumdaki ince kordonlu saatime baktım. Gözlerim büyüdü. Saat neredeyse 18 olmuş. Usulca aşağı indik. İçimde bastıramadığım huzursuzluğumun nedeni arıyor bir türlü bulamıyordum. "Senin yemeklerin gibi lezzetli olamaz belki ama makarnam meşurdur." Yemeği hazırlaması gereken bendim. Nöbet bendeydi. Mahçup gülümsememle özür diledim. "İnan nasıl geçti zaman anlayamadım. Kusura bakma ağabey. Yarın ben hazırlarım yemeği." Az duyduğum kahkahasıyla yanıtladı. "Hayır diyemeyeceğim. Yemeklerini yemek insanı mutlu ediyor." Aklıma gelen düşüncelerle zoraki gülümsedim. Sandalyemi oturmam için çekti her zaman ki gibi. Başımı eğip tabağımdaki makarnamla oynarken aklımdan kovmaya çalıştığım düşünceler bir bir üşüştü. Adını anmadığım hain adam için öğrenmiştim yemek yapmayı. Yaptığım yemeklere burun kıvırır dalga geçerdi ama ben aldırmaz hergün yeni şeyler denerdim. Yine aklıma gelmiş olması sanki boğazımda bir yumru oluşturdu. Sanki işe yarayacakmış gibi boğazımı tutup nefes almaya çalıştım. Gözlerim doldu. Efe ağabeye bakmaya korkuyordum. Çatalını tabağının yanına bırakıp dikkatle bana bakıyordu. Yüzünde içimi rahatlatmaya çalıştığında yerleştiği gülümsemesi oluştu. "Makarna o kadar kötü mü?" Kaçırdığım gözlerimi yeşil gözlerine çevirip gülümsedim. "İyi misin Alya?" Sesi buğuluydu. "Bu gün tam bir yıl oldu." Dilim çözülmüş kendime itiraf edemediğim şeyler bir bir dudaklarımdan dökülüyordu. "Sanki boğuluyorum. Kapana kısılmış hissediyorum. İlerisini göremiyorum. Burada mutluyum ama..." Gitgide alçalan sesim şimdi çıkmıyordu. Başımı önüme eğip kaçan bir iki hain göz yaşımı görmemiş olmasını diledim. "Onu..." Tereddütle duraksayıp tekrar devam etti. Sesi daha güçsüzdü. "eşini özlüyor musun?" Gözlerim ateş saçarak gözlerini buldu. Sert bir sesle "eski" dedim. " onu bir daha görmek istemiyorum. Elimde olsa hayatıma girdiği andan çıktığı ana kadar herşeyi silerdim." Sesim net ve kararlıydı. Efe ağabey gözlerini kısmış dikkatle beni izliyordu. Tam konuşacakken dış kapı çalındı. Ardından muhtarın heyecanlı sesi duyuldu. " bizi ne kadara mutlu ettiğiniz bilemezsiniz oğlum." Komik ağzı bir yılda neredeyse düzelmişti. Bir kaç kelime hariç normal konuşuyordu. "Köyümüzün yeni bir okula ne kadara ihtiyacı var bilseniz." Kalkıp kapıya yöneldik."Efe oğlumlan Alya kızım gönüllü örtmenlerimiz burayı adam ettiler ama 2 örtmen..." "Alya mı?" Kapının tokmağını tutmuşken bir anda dondu elim. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atmaya başladı. Kanım çekilmiş hareketsiz kalmıştım. Nasıl buldu beni? Neden buldu? Kapı tekrar çaldı. Efe ağabey dikkatle yüzüme baktı. "İyi misin rengin kaçtı?" "Bu o?" Dikkatle yüzüme bakıp çözmeye çalışıyordu. "Eski eşim. Cem."

YalnızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin