Sende bırakma beni

37 1 0
                                    


       "Nasıl gidiyor Denizle?" filiz abla bir haftadır ertelediği sorusunu nihayet sordu. "Cem seni okuldan alırken görmüş onu." Duraksadı. İfadesini güçlendirmek için yoğun çaba harcadı. "Birkaç kere." Suratsız nevale bir haftadır aynı evdeyiz konuşmuyor benimle. Arkamdan da dedikodumu yapıyor. "İyi gidiyor." Dikkatle yüzüme baktı. Belli ki ayrıntı istiyordu. Yok, öyle yağma ben sana anlatacağım sende sevgili uyuz kuzenine. "Biliyorsun Hasan hoca bu iş için beni aracı kıldı." Kurnaz cadı. Nasılda zorluyor. "Amcama her şeyin yolunda olduğunu söyleyebilirsin." Tek kaşı havaya kalktı. "Nedense içime sinmeyen bir şey var Alya." Sayın psikolog durumdan şüphelenmiş olmalı. "yarın Deniz'i buraya çağır da görüşelim." Gerildim. "buna gerek var mı?" sinsice kısılan gözlerinden beni köşeye sıkıştırdığını hissettiğini anlayabiliyordum. Belli ki savaş istiyorsun Filiz abla. Yanlış kişiye çattın. "peki. Kaçta gelsin?" kafası karışmıştı. "akşam 8 uygun mu?" başımla onayladım. Yemekten sonra gelmesi iyi olur. Cem her gördüğünde Deniz'e sert davranıyor. Yaptığı yemeklere zehir katmasını istemem. Düşünceme güldüm. "ilk defa sevgilisi olan biri gibi davrandın." Şaşkınca kapı ağzında bana dikkatle bakan maviliklere takıldı gözüm. "her hangi bir şey yokken kendi kendine gülmek." Açıklaması gülümsememin yayılmasına neden oldu. Herhangi bir yorumda bulunmadım. Karşımdaki koltuğa oturdu. "bu gün yine Deniz geldi okula." Bu gün okulda olmayacağımı bildiği halde neden okula gitti. Dikkatle tepkimi incelediğinden sakin bir ifade takındım yüzüme. "Bu gün okulda olmayacağımı biliyordu aslında." Yüz hatları kısacık bir an gerilip gülümseyen sahte bir ifade yerleşti yüzüne. "Senin için gelmemiş. Okuldaki tadilat işleri için konuşmaya gelmiş." Denizle aramızda geçen konuşmayı anımsadım. "doğru ya bu hafta sonu halletmek için birkaç çalışanı yollayacaktı. Onu konuşmak için gelmiş olmalı." Başıyla onayladı. "ama ters giden bir şey oldu." Merakımı hissetmesini istemesem de sormazsam açıklama yapmayacaktı. "ne gibi bir terslikten bahsediyoruz?" o anı anımsamış olmalı. Gözleri bir an boşluğa dalıp tekrar gözlerimi buldu. "sert bir tavırla seni üzmemesi için uyarıldı." İçimde bir huzursuzluk oldu. Elime telefonumu aldım. Mesaj bölümüne girip Deniz'i seçtim. "merhaba. Müsait olduğunda görüşebilir miyiz?" elim bir süre gönder yazısının üzerinde dolandıktan sonra derin bir nefes alıp kendimi cesaretlendirdim. Mesajın gittiğinin habercisi olan titreşim kalp atışlarımı hızlandırdı. "kızardın." Filiz ablaya şaşkınca baktım. "Sen gerçekten hoşlanıyorsun bu denizden." Omuz silktim. O an Cem hocanın odada olmadığını fark ettim. Dikkatle dinlediğimde mutfaktan sesler geldiğini duydum. Cem hoca bir haftadır yaptığı gibi yine yemek hazırlıyordu anlaşılan. Filiz abladan kurtulmak için en iyi çözüm kaçmaktı. "Ben Cem hocaya yardım edeyim." Yüzüne yerleşmiş ben her şeyi bilirim bakışını bozmadan onayladı. Mutfağa gittiğimde cem makarna paketiyle boğuşuyordu. Açılmayınca bir anda fırlattı. Onu böyle sinirli görünce aniden korkuyla bir inilti çıktı ağzımdan. Arkasını dönüp bana baktığında yüzünde olan şaşkın ifade yerini mahcubiyete bıraktı. "seni korkuttum mu?" başımı kararsızca sallayışıma güldü. "bu gün kendimi yorgun hissediyorum. Menümüzde makarna var." Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı ama yüzüme bakmıyordu. Neredeyse bir haftadır her zaman yüzü asık olan Cem hocayı düşününce bu hali beni biraz rahatlattı. "bu ara biraz gergin gibisiniz hocam?" bu kesinlikle bir soruydu. Makarna paketini tekrar eline aldı. Paketi çekiştiriyor ama sanki açmaya çalışmıyordu. Bana saatler gibi uzun gelen zaman diliminde düşünceli gözleri elindeki makarna paketinden ayrılmadı. Sonunda karar vermiş gözleri kaçamak bir bakış attı. "biraz." Rahatlamasını istediğimden yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Karşımdaki insanların ruh halinden kolayca etkilenen biri olarak çevremde mutsuz insan olması benim içinde kâbustu. Makarna paketine uzandım. "belki de kesmeliyiz?" her zaman olması gerekenden soğuk olan ellerim sıcak ellerine değince çekingen bir tavırla elimi geri çektim. Makarna paketini tek elinin içine alınca ne kadar büyük elleri var diye düşünmekten kendimi alamadım. "sende kansızlık mı var?" sorusu karşısında afallamış cevap vermeden dururken eli yüzüme uzandı. Günlerdir koltukta uyuyamadığımdan torbalaşmış gözaltımı açınca ne yaptığına anlam veremedim. Geri çekilmek istedim ama bedenim emirlerimi algılamayacak kadar sersemlemişti. Eli bir anda yüzüme yerleşince bütün vücudum yay gibi gerildi. Elinin altındaki yüzüm yanıyor nefes almakta zorlanıyordum. Mavi gözlerine bakmaya cesaretim yoktu. "bir şeyi bölmüyorumdur umarım?" irkilip bir anda geri adım attım. Utançla filiz ablaya döndüm. Cem hoca her zamanki rahat tavrıyla hareket ediyordu. "Alya da kansızlık var sanırım. Gözaltlarının içi bembeyaz." Açıklaması karşısında tek kaşını kaldırdı Filiz abla. "yüzü böylesine kızaran bir kızın kansızlığı olduğunu mu söylüyorsun?" ceme kaçamak bir bakış attım. Yüzüne yayılmış kocaman bir gülümseme vardı ve bu nedense beni daha çok utandırdı. "sen neden gelmiştin kuzen?" Elindeki boş bardağı gösterdi. Hemen yanına gidip bardağı aldım. Yavaşlamayan kalp atışlarıma kızıp birkaç kez hızla damacananın pompasına basınca fazla abarttığımı anlamam uzun sürmedi. Halı ıslandı ayaklarım ıslandı. Bardaktan sular sağa sola saçılıyordu. Yüzüne bakmamaya dikkat ederek bardağı Filiz ablaya verdim. Tezgâhın üzerinden kağıt havlu alıp yerdeki suyu temizledim. Filiz abla salona geçmişti. "genelde böyle sakar mısın?" sorusuna bozuldum. Mutfağı dolduran kahkahası beni daha da rahatsız etse de konuşmamayı seçtim. Makarnanın poşetini keserken hayatının en önemli işini yapıyormuş gibi hareket ediyordu. "Dolaptan domates çıkarır mısın?" cevap vermeden dolaba yöneldim. Karşımdaki domateslere bakındım. Ne kadar lazımdı acaba? Bir elimle kapanmaması için dolabın kapağını tutup arkamı döndüğümde beni inceleyen yüzüyle karşılaştım. "Kaç tane domates istiyorsunuz hocam?" "hayatında hiç yemek yaptın mı?" dudak büküp başımı hayır anlamında salladım. "3 büyük." Tekrar dolaba dönüp geçmiş anılarımı bir anda ağzımdan dökülmesine izin verdim. "babam annemden öğrenmiş yemek yapmayı. Her şeyi özenle günlüğüne yazmış annem. Aslında bu defteri benim için hazırlamış ama ben annemi kaybettiğimde çok küçük olduğumdan babam öğrenmiş her şeyi. Babam üniversiteye geçene kadar yemek yapmayı öğrenmemin gereksiz olduğunu söylemişti. Babamı kaybettiğimde defteri bir kere elime aldım. Sararmış yer yer soslar yemekler dökülmüş sayfalarını karıştırınca..." bir an duraksadım boğazıma dizilip canımı yakan anıların inadına gülümsedim. "yapamadım işte. Zaten çok iyi aşçı da sayılmam." Domatesleri yıkarken anlattığım acı hatıram mavi gözlerinde derin bakışlara sebep oldu. "istersen ben sana öğretirim. Hem üniversite bitmek üzere ve belli ki sen erkenden evleneceksin. Yemek yapmayı öğrenmen gerekiyor." İmasını göz ardı edip gülümsedim. "pişman olursanız kaçmak yok ama. Zorla evinize gelip 'yemek yemek' diye bağırırım." Şen bir kahkaha attı. "anlaştık." Makarnayı gösterdi. "Bu gün makarna yapmayı öğreniyoruz. Islak çoraplarını değiştirdikten sonra başlayalım." Çok ıslanmadığı için değiştirmeyi düşünmemiştim aslında. İsteksiz olsam da çorabımı değiştirip mutfağa gittim. "su kaynadı." Alkışladım. "tebrik ederim kendisini." Yüzüne yapmacık bir kızgınlık yerleştirse de fazla dayamayıp güldü. Makarnayı işaret etti. Paketteki makarnayı suya boşaltıp reverans yaptım. "düşündüğüm kadar kötü aşçı değilmişim." Diye dalga geçtim. "tuz." İşte sorun ne kadar tuz atacağım şimdi? Tuz kavanozunu alıp ona uzattım. Onaylamadı. Kararsızca kaşığa biraz tuz aldım. Bu çok oldu. Bu az sanki. Tepki vermeyince dikkatini çekmek için kaşığı tepeleme doldurdum. Hızla bileğimi tuttu. Bu tepkiyi beklemediğimden utandım. Elini benimkinin üzerine yerleştirdi. Kaşığın yarısını dolduracak kadar tuz aldı. Aslında aldık. Tencereye döktük. "karıştır." Dediğini yaptım. "domatesleri soy." Poşet çıkarıp elime orta boy bir bıçak aldım. Domatesi soyma çabamın uzun süreceğini anlamış olmalı ki oda bıçak alıp iyice dibime sokuldu. Daha büyük bir poşet seçmediğim için kendime kızarken domatesi soymaya devam ettim. Nihayet bittiğinde gururla domatesi gösterdim. Gülerek kendi soyduğu domateslere bakmamı sağladı. 2 ye 1. Şekil olarakta benimki azıcık değişik olmuş olabilir ama ne yapayım her gün domates soymuyorum ya. "benim ki daha güzel gözüküyor." Esprime güldük. Kesme tahtasını çıkarınca parmaklarıma baktım. Umarım bir kaza çıkmaz. "çok küçük küpler halinde kesmen lazım." Dalgacı pislik. Az önce makarna paketini açamayan adam kimdi acaba. Beni kenara itip bir tahtada kendi için çıkardı. Dikkatini domatesler vermişken bir anda inleyip işaret parmağımı diğer elimle tuttum. Gözleri büyümüş hali öyle komikti ki gülmeden duramadım. Tek kaşı havaya kalktığında dalga geçtiğimi anladığını fark ettim. Kesme işlemi bittikten sonra sos tavasına biraz yağ koyup bir kaşık salça ekledim. Salçayı kavurduktan sonra domatesleri ekle kısık ateşte pişmesini bekle. Dediklerini bir bir aklıma not ettim. Pul biber, tuz, nane. "ne kadar koyacağım bunlardan?" "tuz bir çay kaşığından biraz az olsun. Diğerlerini nasıl seviyorsan." Tuzu dediği gibi ekledim. Diğerlerinden de birer çay kaşığı ekledim. O makarnayı karıştırırken bende tabak avına çıktım. Beyaz çukur büyük tabakları görünce uzandım ama tabi ki yetişemedim. Yanımda belirip tabakları aldı. Alt çekmeceler senin için uygun git çatalları al. Çatalları salona götürüp masaya Amerikan servislerinden yerleştirip düzenledim. Makarnaları tabaklara koymuş soslarını dökmüş taze naneyle süslemişti. Tabakları görünce gülümsedim. "görüntüsü bir şeye benzeyen ilk yemeğim." Tabakları alıp salona geçtik. "e bunun tadı da güzel." "sandığın kadar kötü aşçı değilmişsin. Belki annenin defterini yerinden çıkarma vakti gelmiştir?" omuz silktim. "birkaç denemeye daha ihtiyacım var benim." Başıyla onayladı. "yarın ne yapmak istediğine karar ver o zaman." Öz güvenine şaşırdım. Gerçekten söyleyeceğim her yemeği yapabilecek kıvamda mı diye düşünmekten kendimi alamadım. "Biz Cem'le hiç ayrılmazdık. Herkes bizim ikiz olduğumuzu düşünürdü. Benim kesinlikle yemek yapmayı öğrenmem gerektiğine karar verince Suna teyzem Cem de benim yanımda derslere başladı." İkisi de aynı anda güldü. Belli ki bir şey hatırlamışlardı. " annem beni kovmaya çalışsa da başaramadı. Benim daha iyi yemek yaptığımı görünce neredeyse sinir krizi geçirecekti." Aralarında 3 yaş vardı ama suna abla kesinlikle daha küçük duruyordu. Bakınca birbirlerine bağlılıklarını rahatlıkla anlayabiliyordum. Sanırım 3 kuzenim var. Biri teyzemin kızı benden birkaç yaş küçük diğerleri halam ve amcamın oğulları. En son babamın cenazesinde görmüştüm onları. Kalan mirasın bir payından kurtulduğunu düşünen sevgili akrabalarım sevinçle silmişlerdi beni hayatlarından. "Alya?" yüzüme şaşkınca bakan iki kuzene baktım. "abla ben sana yalan söyledim. Benim akrabalarım var ama beni kabul etmediler. Hasan amca sahip çıkmasaydı..." sesim çatlayınca daha fazla devam etmemeye karar verdim. "Alya bunun için üzülmene gerek yok. Senin onlara ihtiyacın yok. Biz varız. Her zaman yanında olacağız." Masaya çöken hüznü çalan kapı bozarak beni oldukça memnun etti. Hemen kapı açma görevini üstlenip kalktım. Akif hoca gözleri ışıl ışıl bana bakıyordu. "hoş geldin Akif ağabey." Hocam demediğime sevinip sıkıca kucakladı. Her gün birkaç kez arıyor her seferinde beni azarlıyordu. Konuşmamızdan uzun azarlamalarından bıkıp ağabey deme kararı almıştım. "bakalım hoş bulacak mıyım? Karıma iyi baktın mı?" "umarım sırtındaki morluklar geçmiştir." Kıkırdama sesini duyana kadar Akif Ağabeyin arkasındaki naif bayanı fark ettim. Sıcak bir gülümsemeyle bana baktı. "Cemin annesi Suna Hanım. Alya." Cem hocayla birbirlerine benziyorlardı gerçekten. "merhaba suna hanım hoş geldiniz." "hoş bulduk canım. Adını o kadar çok duydum ki inan çok merak ettim seni." Utançla başımı eğdim. Akif ağabey valizleri girişe bırakıp aceleyle içeri geçerken Suna Hanım kıkırdadı. "kızım böyle bir adamla evlendiği için çok şanslıyım." Akif ağabeyi düşünüp başımla onayladım. Bizde içeri geçtiğimizde iki kuzenin gözleri parladı. "ah güzel kızıma hamilelik ne kadar yakışmış." Aç olup olmadıklarını sorup mutfağa geçtim. Tatlı ailelerinin yalnız kalması için biraz oyalanmaya karar verdim. Sandalyeyi alıp tezgaha giderken tek düşündüğüm 10 cm'e daha ihtiyacım olduğuydu. 178 olurdum o zaman. Sandalyeye çıkmamla sallanması bir oldu. Korkuyla yere düşmeyi beklerken ağzımdan çıkan çığlığa engel olamadım. Beni tutan kolla irkildim. Cem hocayı arkamda görünce şaşırdım. "sandalye kullanmak zorunda olduğunu düşününce kesinle bacağı kırık olanı seçeceğini tahmin etmiştim. Atla bakalım." Normal insanlar gibi inmeyi beceremediğimden düşmemem için belime sarılmış kolu hızla kendine çekti beni. Göğsüne çarpıp durduğumda utançla kızardım. Sandalyeyi tuttuğu elini de belime sarmıştı. "iyi misin?" bu kadar beceriksiz olmayı nasıl beceriyorum ben gerçekten bilmiyorum. Geri çekildim. "iyiyim." Kolları gevşedi. "yeteneğini ilgiyle izliyorum Alya." Kapıda bizi izleyen akif ağabeyle suna hanımı gördüğümde utançtan ne yapacağımı şaşırdım. "mutfağındaki kırık sandalyeyi atmayan cimri adam Alya da mı bütün suç?" cem hocanın beni koruması kalp atışlarımı hızlandırdı. Yüzüm daha da yanmaya başladı. "sonuç olarak bir şey olmadı. Herkes daha dikkatli olursa sorun çözülür. Gel kızım sen içeri geç. Cem hazırlar tabakları." Aceleyle cem hocayı geçip suna hanımın peşine takıldım. Masaya geçip gözlerimi yarısı yenmiş makarnaya diktim. Akif ağabey Filiz ablaya olayı anlattıktan sonra gülmeye başladı. " çığlık attığı için değil de tesadüfen mutfağa gitmiş olsam ne oluyoruz derdim. Cem sarmış kızı sıkı sıkı tutuyor." "hocam!" "mutfağımız bu gün ilginç anlara ev sahipliği yapıyor desenize." Filiz ablanın iması gerilmeme neden oldu. "Sıkıcı hayatınızı renklendiriyoruz işte fena mı?" Cem hocanın sesi oldukça neşeliydi. İmaların umurunda olmadığı belliydi. Belkide imanın farkında bile değildi. Neyse ki konu bizden uzaklaşmıştı. "annem neden gelmedi teyze?" sesini canlı tutmaya çalışsa da üzgün olduğu anlaşılıyordu filiz ablanın. "annen uçaktan korkuyor biliyorsun ki canım. hem aşk olsun ben yetmiyor muyum size?" makarnasını karıştırmaya başladı filiz abla. "28 yıl sen vardın. Şimdide öyle. Yani yetiyorsun tabi ki teyze." Filiz ablanın annesiyle arasının iyi olmadığını biliyordum ama bunun evlenip Erzurum'a geldiği için olduğunu sanıyordum. Sanırım sadece bu değil. Yemek sessiz devam etti. Her zamanki gibi sofrayı toplama görevini üstlendim. Bulaşıkları makinaya yerleştirip tencereyle sos tavasını yıkadım. Salona gittiğimde kahkahalar yükseliyordu. Akif ağabeyle suna hanım tekli koltuklara oturduğundan tek boş yer olan Cem hocanın yanına oturdum. Gece yattığım bu koltukla vedalaşma vakti gelmişti. Saatime baktım. Neredeyse 22.00 olacaktı. "Ailen geldiğine göre veda vakti Filiz abla." Yüzünü buruşturdu. "ama alışmıştım ben. Ne güzeldi böyle. Saatte geç oldu yarın gidersin." "kızım ben geldiğim için rahatsız olduysan.." suna hanımın sözünü kestim. "olur mu öyle şey? Sınavlarım başlayacak 2 gün sonra. Eve gidip ders çalışmalıyım." Bahanem içlerine sinmiş olmalı ki itiraz etmediler. "ben müsaadenizi isteyeyim." Benimle birlikte Cemde kalktı. "ben seni bırakayım." "gerek yok hocam teşekkür ederim." Sırt çantamı eline alıp itirazlarımı engellercesine belimden kavrayıp kapıya yönlendirdi. "oğlum vedalaşsaydık kızla." "yarın akşam yine gelecek zaten anne." O an aklıma geldi. "deniz." Elini belimden çekip montunu aldı. "tebrikler muhteşem sevgilin." Çantamdan telefonu aldım. 2 mesaj bir arama. "geç gördüm mesajını. Şirketteydim. Ama şimdi müsaidim." "sanırım şimdide sen müsait değilsin. J müsait olduğunda haberleşelim." Oflayıp montumu aldım. "sevgilin mi?" iğneleyici tavrı rahatsız etti. "bir sorun mu teşkil ediyor?" onaylarcasına başını sallayıp kapıyı açtı. Montumu giyip ayakkabılarımı aldım. "Yarım saat içinde müsait olacağım.J" o gülücük koyduğu için bende koymak zorunda hissetmiştim kendimi. "bekliyor olacağım. J" cevabı utanmama neden oldu. "gidelim mi?" onaylayıp dışarı çıktığımda neredeyse tekrar içeri girecektim. "üşüdün mü?" "dondum." Güldü. "arabayla gidelim istersen." "arabanızın içinin sıcak olduğuna garanti verebilir misiniz?" yüzünü bilmem anlamında komik bir ifadeye bürüdü. Sonuç olarak yürümeye karar verdik. Eve geldiğimizde içeri girene kadar bekledi. Evde gelişim bayram havasında kutlanırken aklımda olan tek şey telefonumdu. Aslında deniz demek daha doğru olur sanırım. "ben yatayım artık yarın erken kalkıp ders çalışırım." Alelacele odama gidip telefonu elime aldım. Arasam mı? Mesaj mı atsam? Çaresizlikle kıvranırken telefonumda ismi yanıp sönmeye başladı. Biraz bekleyip telefonu açtım. Cool olma çabamla eğlenirken ses tonumu ayarlayamadım. Komik bir efendim ikimizi de güldürdü. "nasılsın Alya?" adımı ondan duymak nedense değişik hissettiriyordu. "iyiyim Deniz sen nasılsın?" karşıda bir sessizlik oldu. "uzun zaman bu anı hayal etmişken kötü olmamın imkânı yok sanırım." Utançla cevap veremedim. Kıkırdama sesine tepkisiz kalmak zordu. "konuşmak istediğin şey neydi Alya?" "Filiz abla seni davet etti. Yarın akşam 8 gibi müsait olursan..." doğru kelimeleri seçemediğimi hissedip sustum. "ben müsaidim ama sen istemezsen gelmem." Akif ağabey Suna Hanım Cem hoca gergin olacağımı bilsem de durumu yola sokmam lazımdı. "gidebiliriz." "sen Filiz hanımda değil misin?" "hayır. Bu gün Akif ağabey geldi. Bende eve döndüm." "anladım." Aramızda kısa bir sessizlik oldu. "eğer rahatsız olmazsan yarın seni almaya gelebilir miyim?" birlikte gitmek ne kadar doğru bilmesem de teklifini reddetmek istemedim. "o zaman yarın görüşürüz." "görüşürüz." Telefonu kapattığımda yüzümün yandığını hissettim. Küçük aynamda kendime baktığımda kızardığımı gördüm. Her duygumu böyle kızararak belli etmek oldukça rahatsızlık verici bir durum. Kapım çalınca aynanın karşısında yakalanmak istemediğimden hemen yatağa oturdum. Onay verince Fulden teyze içeri girdi. Kendinden emin adımlarla yürüdü. Karşıma oturup ellerimi elleri arasına aldı. "özledim seni güzel kızım. Evde yokluğun bizi nasıl hüzünlendirdi bir bilsen." Gözlerindeki duygular karmakarışıktı. Her daim yüzünde olan gülümsemesi nereye gitti? "bende sizi çok özledim fulden teyze." Dolambaçlı konuşmaları sevmediğinden mi daha fazla uzatmak istemediğinden mi bilmem hemen konuya girdi. "Denizle görüşmüşsün." Bakışlarımı utançla kaçırdım. Eli çenemi kaldırıp gözlerimin içine baktı. "Deniz hakkında ne düşünüyorsun?" gözlerimi kıstım. Kendimi tam olarak nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum. Yüzünde sakin bir tebessüm oluştu. "duygularını oda biliyor mu?" "duygularım mı?" başıyla onayladı. "Aşık insanları iyi tanırım kızım. Bende onlardan biriyim." Bir süre duraksayıp tepkimi izledi. "Ama sen değilsin." Utançla yüzüm kızardı. "bana dürüst davran kızım. Denizle aranızda olan ne?" bedenen burada olsam da aklım tamamen o güne gitti.

YalnızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin