Şu sonbaharın ortasında dağın tepesinde donacağımız bir kamp... Ne şahane ama! Tam ders psikolojisine gireyim diyordum, sonra birden bir şey çıkıyordu. Ayrıca bu kadar heyecanlanacak ne vardı ki? Gözlerimi merakla sınıfta gezdirirken büyük bir utanç yaşadım. Herkes gruplaşmış heyecanlı heyecanlı kampla ilgili planlarını anlatıyordu. Görünüşe bakılırsa kimsenin bana katıldığı yoktu. Sıkıntıyla başımı masaya koydum ve kafamı pencere tarafına çevirdim. Gözlerimi kapatıp zihnimi boşaltmak istedim ama ne kadar uğraşsam da kulağıma gelen sesleri engelleyemiyordum.
"Ya inanmıyorum! Acaba Alp de gelir mi? Bu hafta kesin alışverişe çıkmamız lazım." Altı üstü kamp be kızım, sanki defileye çıkacaksın.
Bir başka grup daha:
"Oğlum haftaya maç var. Dağın başında nereden bulacağız televizyonu?"
Ben dalıp gitmişken sesleri bölen Ayça şiddetle kolumu çekiştiriyordu:
"İpek, İpek, İpek! Dur tahmin edeyim: Gelmek istemiyorsun."
Bence Ayça benim iç sesim olmalıydı. Hatta karşılıklı konuşmamıza bile gerek yoktu, yerime cevap veriyordu zaten.
"Özel yeteneklerin falan mı var? Doğru söyle bana." Bir şaşkınlık bakışının ardından gözlerimi devirdim. Karşımda gözlerini kırpıştıran bu minik köpek yavrusuna gözümün ucuyla bakmadan edemiyordum.Kesin bir şey isteyecekti.
"Ya ama bu senin için mükemmel bir fırsat. Düşünsene, herkes bir arada. Stres yapıp uzaklaşarak, birileriyle vakit geçirmeden tüm her şeyi nasıl hatırlayacaksın?"
Aslında biraz düşününce söyledikleri çok mantıklı geliyordu. Mert'in yanında birdenbire gelen anılarım buna kanıttı. Benzerlerin çekimi...
"Emin olamıyorum Ayça. Herkesin bir arada olması aynı zamanda tehlike demek değil mi?" Gözlerimle etrafı taradıktan sonra kulağına eğilip fısıldadım:
"Baksana, kimse beni sevmiyor gibi. Hiçbir şey olmamış gibi birlikte odun toplamaya falan mı çıkacağız?"
Elini omzuma attı:
"İnan bana, hep yanında olacağım. Seni ne zaman yalnız bıraktım ki?" Duraksadı."Yani hatırlamıyorsun, o ayrı mesele..."
Neden bilmiyorum ama Ayça şu an burada bana o kadar samimi ve sıcacık geliyordu ki. Zorluklara karşı sırtımı dayayabileceğim bir duvar, beni tehlikelerden koruyan bir melek, adeta bir dert ortağı gibiydi gözümde. Daha birkaç gün öncesinde gelen anılarımsa tam tersini söylüyordu ve bu ikilem beni çılgına çeviriyordu. Şimdi bunları düşünmemeliydim, daha hiçbir şey geri gelmemişken çok erkendi. Kafamdaki soruları bir kenara iterek en içten gülümsememi yerleştirdim yüzüme:
"Geçmişi boş versene artık. Şimdi birlikteyiz ve vaktimizi güzelce değerlendirmeye bakalım."
Dişlerini büyük bir kahkahayı patlatmak üzere birbirinden ayırdı. Ayaklarını yere hızlıca vururken bir yandan da masayı yumrukladı. Zafer kazanmış biri edasıyla gülümsüyordu ve sonrasında yüzüme iyice yaklaştı:
"Yani bu evet demek oluyor!" Daha tek kelime söyleyemeden sıkı sıkı boynuma sarıldı. Bıraktığında gözleri ışıl ışıldı.
Her dersin rutini olan tanışma faslı yine başlamıştı. Bu durum bende liseye yeni başlamış hissi uyandırıyordu. Arka sıralardan yükselen kınama dolu cümleleriyse kanıksamaya başlamıştım. Hesap sormak için önce bir şeyleri hatırlamamı beklemeleri gerekmiyor muydu? Bu acele, bu öfke de neyin nesiydi? Belki bir gün beni anlamaya çalışıp pes ederlerdi, ki o gün gelir mi bilmiyordum. Hatırladıkça gerçekten pişman olursam bana inanırlar mıydı, onu da bilmiyordum. Oflayarak geçirdiğim zamanın haddi hesabı yoktu. Sonunda pes edip hocayı dinlemeye karar verdiğimdeyse zil çalmıştı bile. Çok mu geç kalmıştım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bana Anılarımı Ver
AcakSen de kalbine götürdüğünde, elinin altında bir yerlerde kocaman bir boşluk hissediyor musun? İtiliyor musun kalbin için çok şey, zihnin içinse hiçbir şey ifade etmeyen bir karanlığa? Yüreğim sızlıyor... Her gece... İnatla... Hiçbir şey geri gelmeye...