"Ayaklarımın altında yemyeşil çimenler uzanıyordu. Rüzgarın savurduğu uzun saçlarım asi bir şekilde gözümün önüne gelip duruyordu. Hava ne çok sıcaktı ne de çok soğuktu. Ellerimi solgun yanaklarıma götürdüm. İçim titrerken yüzüm sıcacıktı, bu normal miydi? Bacaklarım bedenimi taşıyamayacak kadar yorulmuştu. Sağa sola savrularak yürümeye çalışıyordum. Uçsuz bucaksız bir ormanın içinde yolumu kaybetmiştim ve yaşadığım şokla yapabildiğim tek şey etrafı incelemekti. Ağaçlar pembe pembe çiçekler açmıştı. Hangi mevsimde böyle olurdu ki ağaçlar, ilkbahar mı? Adımlarımın altında ezilen çimenler ıslaktı, o mis gibi toprak kokusu burnuma doluyordu. Kollarımı açarak derin bir nefes çektim. Gözkapaklarım etrafı karanlığa boğarken sadece seslere kulak verdim. Birbirine karışan kuş cıvıltıları, çekirge sesleri ve yanımda çağlayan pınarın şırıltıları... Aniden tekrar bu manzaraya dalma isteğiyle gözlerimi açtım, kendimi incelemeye başladım. Üstümdeki bu kotu ne zaman almıştım ki ben? Bu sarı tişört de hiç tarzım değildi.
Garip bir şeyler vardı. Kesinlikle emindim. Dünya üzerinde böyle bir yer olamazdı, bu belgeselden çıkma yerde tek başıma ne işim vardı? Elimi alnıma koydum. Yavaşça ovdum ve hatırlamaya çalıştım. Ama kafamı zorladıkça müthiş bir acı hücum ediyordu. Gözlerimi her kırpışımda iğneler saplanıyordu. Acaba kaç saat uyumuştum? Üç? Dört? Belki de hiç. Hiç uykusuz hissetmemem de işin tuhaf yanıydı. Sadece birazcık yıpranmıştım. Hissedebildiğim tek şey bu yıpranmışlıktı.
Ne ara gelmiştim buraya? En son neredeydim ki? Düşünceler kafamda turlarken uzakta, bayağı ileride birini gördüm. Kaslı, uzun boylu, kumral biriydi bu. Bu eşsiz manzaraya ait bir parçaydı, güneş sanki bir tek onun üzerinde parlıyordu. Ayaklarında uzanan çimenlerde yer yer rengarenk çiçekler açmıştı, sanki etrafında bambaşka boyuta açılan bir çember vardı. Oraya ait değildim ben, dokunsam geri savrulacağıma adım gibi emindim. Ama yine de heyecanla tüm kuvvetimi tabanlarıma verdim ve koşmaya başladım. "Heey! Oradaki!" Nefes nefese kalmıştım. Bana yüzünü döndüğündeyse midemde sancılar hissetmeye başladım. Yüzümün ısısı neredeyse elimi yakacak kadar yükselmişti, alnımdan süzülen terleri anında buharlaştırabilirdi. Kalbimde taşıdığım o boşluk hissi "buradayım" dercesine birden şiddetlenmeye başladı. Bir insan böylesine mükemmel olamazdı. Kirli sakalları, küçük burnu, dolgun dudakları, kaslı kollarıyla aklımı aldı resmen. Karşımda büyük bir ihtişamla parlayan bu varlık, bir insan mıydı gerçekten? Ama bir dakika... Nereye? Görüntüsü silikleşmeye başladı. Ağaçlar ardında sis bırakarak tek tek yok oldu. Çimenlerin yerini çıplak bir zemin aldı ve birden parmak ucumdan uzanarak derin çatlaklar oluşmaya başladı. Bahsettiğim gariplik buydu işte. Gökyüzüne baktığımda küçük çaplı bir şok yaşadım. Kafamı kaldırdığımda gökyüzüne değil, masmavi bir okyanusa bakıyordum. Birden sular inanılmaz bir kuvvetle üzerime gelmeye başladı. Çığlıklarımı kimse duymuyordu. Kaçacak yerim yoktu. Koca gökyüzü bu sonuçta, kaplamadığı tek bir yer yoktu ki. Hayır, hayır. Su olmaz. Her şey olur, su olmaz. Suyu istemiyorum... İstemiyorum. İmdaaaat!"
Acı bir çığlık eşliğinde yerimden sıçradım. Her şey yok olduğundaysa nefes nefese kalmış, bir yatakta oturuyordum. Elimden yukarı doğru serum seti uzanıyordu. Yanımda beyaz bir komodin vardı. Tam yanımdaki pencereden gelen ışık huzmesi üstümdeki örtüde çizgiler oluşturmuştu. Her şey netlik kazandığında elimi sımsıkı kavrayan ele uzun uzun baktım. Yatağın yanında kızıl saçlı, orta yaşlı bir bayan uyuyakalmıştı. Neden böylesine sıkı tutmuştu ki? Acaba biriyle mi karıştırmıştı beni? Bir yerde insanların çift yaratıldığını okuduğumu hayal meyal hatırlıyordum. Dünya bu kadar küçük de, dönüp dolaşıp beni mi bulmuştu? Ben şahit olduklarıma bir türlü anlam veremezken yanımdaki bayan yavaşça başını kaldırdı. Gözbebekleri büyüdü. Kıpkırmızı olmuş gözleri dolmaya başladı. "İpek..." diye fısıldadı ve beni kendine doğru çekerek sımsıkı sarıldı. Hiçbir şey söyleyemedim. Söylesem hayal kırıklığına uğrayacağından neredeyse emindim. Ne kadar öyle durduk, bilmiyorum. O kadar hasret doluydu ki sarılışı... Şefkat ve sevginin iliklerime işlediğini hissediyordum. Anlam veremesem de bu duygu çok hoşuma gitmişti. Sanki içimdeki boşluğu dolduracak şeydi bu. Tüm bu düşüncelerle meşgulken geri çekildi. Soran gözlerle onu izliyordum. Dudaklarını araladı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bana Anılarımı Ver
RastgeleSen de kalbine götürdüğünde, elinin altında bir yerlerde kocaman bir boşluk hissediyor musun? İtiliyor musun kalbin için çok şey, zihnin içinse hiçbir şey ifade etmeyen bir karanlığa? Yüreğim sızlıyor... Her gece... İnatla... Hiçbir şey geri gelmeye...