twenty

1.3K 153 83
                                    

EXPRESS YOURSELF - N.W.A

"Senin yerinde olsaydım nefesimi tutmazdım." Mor saçlı çocuk, kadınsı bir ses işitti.

Michael çıldırdı ve başını küvetin içinden kaldırınca yerde oturan bir kız gördü. Saçları muhtemelen Michael'ın gördüğü en göz alıcı şeydi, Luke hariç. Kızın saçlarının yarısı siyah, öbür yarısı ise mordu.

"Sen de kimsin?" Michael sudaki sabun köpükleriyle erkekliğini kapamaya çalışırken sordu. Kız yaklaşık on yaşlarında görünüyordu ve Michael onun psikolojisi bozmak istemiyordu.

"Benim adım Melanie ve on bir yaşındayım, teşekkürler." Michael kızın söyledikleriyle ona şaşkınlıkla baktı.

"Düşüncelerini okuyabiliyorum." Kız omzunu silkti.

"Ne istiyorsun?" Michael ellerini sudan çıkardı.

"Şey, meleklerin geri çağırıldığını duydum ve ben de senin düşmüş melek diyebileceğin türdenim." Siyah ojeleriyle oynamaya başladı.

"O zaman kanatların nerede?" Michael kızın arkasından kanat çıkıp çıkmadığını görmeye çalıştı.

Kız gözlerini devirdi ve hafifçe mırıldandı. "Kanatlarım paramparça ve neredeyse gözünmez."

Michael, eğer kanatları oradaysa görebilmek için gözlerini kıstı ama hala tam olarak göremiyordu.

"Neden bana nefesimi tutmamamı söyledin?" Odadan çıkmakta olan kıza bakıp kaşlarını kaldırdı.

Kız kafasını uzatmadan onun eline bir havlu tutuşturdu. "Bazen yaşıyor gibi hissetmek isteyebilirsin."

Michael hafifçe mırıldanarak onu onayladı ve küvetten dışarı çıkıp pembe havluyu beline doladı.

Michael banyodan çıkıp odasına girdi ve dolabından birkaç parça kıtafet aldı.

Küçük kız bir süre sonra elinde Michael'ın jiletleriyle onun yanına geldi. "Bunları görüyor musun?" diye sordu.

Michael'ın gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Ne yapıyorsun?" Hızla baksırını giyip havlunun yere düşmesine izin verdi. "Onlara dokunma!"

"O zaman sen de dokunamayacaksın!" Melanie bağırdı. "Ben bunları yok ederken sen de sadece oturup izle."

Kız banyoya geri döndüğünde Michael da onu takip etti, küçük kız klozetin kapağını açıp jiletleri atarken yüzünde bir gülümseme vardı.

"Buh-bay." Sifonu çekerken onlara el salladı.

Michael odasına geri dönüp üstüne bir tişört geçirirken sakinleşmeye çalışıyordu.

"Şimdi, olulda yere kazınmış olan yazıyı biliyorsun, sadece birkaç tanesi hayatta kalacak." Küçük kız ellerini çırptı. "Sen de yaşayacaklardan birisin."

Michael onu orada tutan her şeye küfretti. Neden dünya onun ölmesine izin vermiyordu? En azından bu sefer huzura kavuşurdu.

"Michael, senin yaşamana sebep olan tek şey Luke." dedi Melanie. "Sizin güçlü bir bağınız var, eskisi kadar olmasa da, hala birbirinize bağlısınız. Sadece melekleriyle bir bağı olanlar yaşayabilecekti. Üzgünüm ki, bu sadece yüz tanesi falan yaşayabilecek demek oluyor."

"Yardım için kaç melek gönderdiniz ki?" Michael odasından çıkıp aşağı indi ve mutfağa girdi. Küçük kız onu takip etti, buzdolabından bir şişe kola çıkardı ve masaya oturdu.

"Bin tane." dedi kız. "Daha fazla göndermeyi denedik ama yapamadık."

Michael ağzındaki suyu püskürttü. "Yani bundan sonra dünyada sadece on kişi mi kalacak!?" (Ç/N; Michael'ın şu an neyden bahsettiği konusunda hiçbir fikrim yok.)

Melanie gözlerini devirdi. "On tane daha düşmüş melek olacak, ve geriye kalan 7 milyar insan hala orada olacak ama, ne var biliyor musun, gerçekten de onlara neler olacağı konusunda hiçbir fikrim yok." Saçını kulağının arkasına attı.

Michael'ın elleri yüzünü örttü ve dirseklerini masaya yaslayıp bir süre öyle kaldı. "Yani senin gibi kanatlara mı sahip olacağım?"

Melanie kafasını sallayarak onayladı. "Böylece en iyi arkadaşlar olup asla ölmeyeceğiz." Kolasından bir yudum daha aldı.

On bir yaşında biri için, Melanie oldukça olgun konuşuyordu. Aslında kısa boylu ve düz göğüslü olmasa onu büyük biri sanabilirdiniz. O çok sevimliydi ve Michael bunu kabul ediyordu.

"Ne zamandır bu haldesin Melanie?" Michael küçük kıza bakarak sordu.

"Sanırım on ya da on bir yıl oldu. Yani teknik olarak yirmi yaşlarındayım ama bilirsin." Kanatlarından dökülmekte olan bir tüy koparttı. "Benim için göğüs ya da seks yok."

Michael kafasını salladı, elindeki bardaktan bir yudum daha bu sefer yutabildiği su içti. Kanatlarının olmasının nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemiyordu, uçmak için olmasalar bile.

Luke'un tarafında her şeyin yolunda olduğunu umdu. Bu önemli iyi haberler neydi? Ya da kötü haberler miydi? Michael iyi bir şeyler olmasını istedi çünkü Luke'un üzülmesini istemiyordu.

Eğer Luke mutluysa, Michael da mutluydu ve mor saçlı çocuğun tek istediği şey meleğinin her zaman gülümsemesiydi.

---

"O yaşayanlardan biri değil de ne sikim demek böyle?" Luke bağırdı.

Aşırı sinirliydi, Nirvana'ya sadece gönderildiği düşmüş melek projesinin başarılı olmadığını söylemek için çağırmışlardı.

Gönderilen bin melekten sadece birkaçı insanıyla bir bağ kurabilmişti ve bu da yeterli değildi.

"Luke, o çocuğu umursadığını biliyorum ama elimizden hiçbir şey gelmez." diye moral vermeye çalıştı annesi. Ama açıkça bu işe yaramıyordu.

"Sadece onu umursamakla kalmıyorum anne! O çocuğa aşığım!" Luke ağlamaya başladı. Odasına girip kapıyı çarparak kapattı ve yüzünü yastığına gömüp hıçkırdı.

Luke bunların olmasını istememişti. Asla bir melek olarak doğmayı istememişti. Asla dünyaya gönderilmek istememişti. Ama bununla gurur duyuyordu. Eğer Michael'la hiç tanışmamış olsaydı her şey tamamen farklı olurdu.

Luke düşmüş melekleri duymuştu. Bazen birkaç tanesini cennette gördüğü de olmuştu. Hepsinin siyah, zor görünebilen kanatları vardı. Bazılarının kanatları paramparçaydı ama Luke sadece onların kavga falan ettiğinden öyle olduğunu düşünmüştü.

Ama bugün, aslında düşmüş meleklerin insan olduğunu öğrenmişti. Sadece özel olanlar cennete giriyordu. Sadece meleğiyle bir bağı olanlar. Aynı zamanda bazı melekler insanlarını getirmeyi unuttukları için, düşmüş melekler dünyada sıkışıp kalıyordu.

Michael'ı arkasında bırakmayacaktı  ve bunun için kuralları kırması gerekese de, aşkını tekrar bulacaktı.

~
Selam! Hikayede güncele gelmeme 2 bölüm falan kaldı. Sonra orjinal kitapla eş zamanlı olarak gideceğiz, yeeey.

luke therapy //muke {türkçe}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin