‘Öyle demek istemedim’. Yaklaşık iki saattir kapının önündeydi. Dahası Sarp kızın kıyafetlerini de fırlatmış hemen yanına ‘Giyin ve git!’ diye emrini de vermişti. Onun şuanda istediği sadece Gülşah'dı…
Ve bazen hani şu dilek kapılarının açık olduğu anlara denk geliriz ve dileğimiz gerçekleşir ya öyle bir ana denk gelmiş olmalıydı Sarp. Çalan telefonunda arayan isim Gülşah’a aitti çünkü….
***
Gülşah Suna’yı evine postalamış güzel bir duş aldıktan sonra kendisini alışverişe adamıştı. O maĞzadan diğer mağzaya koşuşturup dururken arada kemirdiği kIrakerlerle midesinde ki açlığı bastırıyordu. Daha bu sabah duştan sonra fark etmişti fazlalıklarını aynanın önünde vücudunu eleştirel bir bakışla incelediğinde.
Ah birde saçlarını ucundan aldırmış boyatmış fön çektirmişti. Azat’ın evinden çıkmış Taylan’ın onun için bulduğu eve yerleşmişti.
Evi beğendi. Sade ve şık. Açık turuncu sarı ve kahve tonlarının kullanıldığı evi mevsimlerden sonbaharı anımsatıyordu. Mevsimlerden hangisisin deselerdi Gülşah’a hiç terettütsüz sonbaharı seçerdi.
Sonbahar gibi yağmur damlaları dinmeden akıyordu içine. Bir rüzgar esiyor dallara tutunmuş son umut yapraklarını da düşürüyordu yere. Daha bu sabah belki severim dediği adamın kollarında bir ihtimal bebek hayalini kurmuyor muydu? Dünya çok acımasız bir yerdi özellikle kendisine karşı.
Gözlerinin dolduğunu fark edince nasıl bu kadar duygusallaştığını düşündü. O artık ESKİ GÜLŞAH değildi bunun farkındaydı. Artık canlarını yakarken insanların düşünüyor içini bir huzursuzluk kaplıyordu.
Kalplerini kırmamak için kelimelerini seçe seçe konuşuyordu. Nerede patavatsızlığı, neredeydi o acımasız yanı. ‘Hani ağlayamazdın?’ Diye sordu arabasına binerken. Şoför üzerine alınmış olmalıydı ki ‘Ağlamıyorum ki efendim?’ demişti.
Kendi kendine alaycı bir gülüş gönderdi. Olmadı. Acıma gibi çıkmıştı…
Kendine acıyor muydu?
‘Sana demedim’ dedi bu arada şoföre. ‘Beyazıt’a gidelim’
Araba hareket ederken Gülşah’ta geçmişine hareket etti.
***
Çok hoş bir kadın olan sevda hanım güzelliğiyle koltuğa kuruldu. Gözlerini küçük kıza dikti.
‘Sana oyun oynamayacaksın demedim mi?’
Küçük kız suçundan dolayı başını eğdi. Gözleri dolmuştu. ‘R’ harfini ‘Y’ olarak telaffuz ederek.
‘Özür dilerim anne’
‘Bana anne deme!’ diye kükreyen kadının sesiyle yerinden sıçrayıp inci tanelerini yavaş yavaş akıttı yanaklarından.
‘Ben oynamadım onlar beni yere itti.’
Kızın haline acıyan hizmetçilerden Asiye hanım daha fazla dayanamayarak araya girdi. ‘Efendim yere düşmüş elleri dizi kan içinde önce temizleseydik yarasını’
Sevda hanım küçük kızı baştan aşağı süzerek ‘O şeytana hiç bir şeycik olmaz Asiye, sen karışma!’ diye yanıtladı kadını sertçe. Küçük kızın bir umutla baktığı annesinin gözlerinde gördüğü acıma değil iğrenmeydi.
Nefretti! Neye ama, neden ama ? Bu soruların cevabını Gülşah'ta bilmiyordu. O gün ceza olarak odasına kitlenmiş ve sabaha kadar da yemek vermemişlerdi. Asiye’nin itirazları ağlamaklı sesi konağı inletiyordu. ‘Yapmayın etmeyin Sevda hanım acıyın küçüğüme…yaralarını temizleseydik bari…’
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞeyTan Diyor Ki...
RomanceGülşah! Tek bir ismin nelere kadir olacağını göreceksiniz bu romanda. Klasik bir Aşk üçlemesiyle çıkıyorum karşınıza; ama bu sefer büyük bir farkla. Bu hikayenin kahramanı KÖTÜ KADIN... İyileri çok saf bulan insanlarla oynamayı seven...