Havanın kararmasına 1 ya da 2 saat vardı. Odun toplayıp ateş yakmalıydık. Ama ateşimiz yoktu. Sonra o pislik adam aklıma geldi. O sigarasını nasıl yakıyordu. Adamın yanına gittim. Hafif sert bir ifadeyle "Sen sigaranı nasıl yakıyorsun?" diye sordum. Adam sanki rüyalarındaki kötü adam olduğum için beni öldürmek istercesine pis pis baktı bana. Sonra başını öne eğerek "Ne bileyim ben. Sigara da çakmak da cebimdeydi." diyerek cebinden çakmağı çıkardı ve bana attı. Tekrar sigarasına gömülüp "İşin bitince geri getir." dedi. Bende "Tamam getiririz." dedim.
Tekrar grubun yanına döndüm. "Şu ağacın altında oturan adamın cebinden sigara ve çakmak çıktı. Herkes ceplerine baksın. Belki işe yarar bir şeyler vardır." dedim. Herkes ceplerini aramaya başladı. Bende bakmaya başladım. Benim cebimde bir şey yoktu. Bella yanıma geldi. "Cebimden küçük bir çakı çıktı. Herkese gösterelim mi? Saklayalım mı?". Güzel bir soruydu. Bıçak için kavga çıkabilirdi ama yine de göstermeliydik. Hem aramızda asker vardı. Onda durması en iyisiydi. Herkes cebinden çıkanları bir araya topladı. Kırmızı bir mendil, bir pusula, yaklaşık 1.5 metre uzunluğunda bir ip ve bir de bizdeki çakı vardı. Çok bir şey yoktu ama işimizi görürlerdi.
Artık işe koyulmalıydık. Jack, James ve ben ormana doğru odun toplamaya gittik. Leo ve Sophia'da yiyecek bir şeyler bulmaya gittiler. Kalanlar ise geceyi geçirebileceğimiz daha iyi bir yer var mı diye gezintiye çıktılar. Tabi o huysuz adam hariç. O hala ağacın dibinde oturuyordu. Biz odunları toplayıp geri dönüş yolunu tutmaya başladık. Bayağı uzaklaşmıştık kamptan. Geri döndüğümüzde herkes ordaydı. Bella beni görünce yüzü gülmüştü. Diğerleri başka bir yer bulamamıştı. Ormanın içinde olmaktansa sahilde olmamız daha iyiydi. Hava iyice kararmıştı. Huysuz adamdan aldığım çakmakla ateş yaktım. Herkes ateşin başına toplandı. Biraz sohbet etikten sonra yattık.
Sabah herkes erken kalkmıştı. Korkudan ve endişeden kimse uyuyamamıştı. Hepimiz alacaklarımızı aldık ve yola koyulduk. Oturarak bu adadan kurtulamazdık. Bunu herkes iyi biliyordu. Ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladık. Ormanın içi çok karanlıktı. Güneş girmiyordu bile. Bu adam böyle bir ormana nasıl tuzaklar kurdu hiç anlayamıyorum. Nasıl bir deli 15 sene bunun için uğraşır? Adam hayatını resmen bizi öldürmeye adamış. Umarım bunu başaramaz.
Kimsenin yürümeye hali kalmamıştı. Biraz dinlenmek için oturmuştuk ama bu sefer açlık ve susuzluk ağır bastırdı. Su ve yiyecek bulmak için tekrar yola koyulduk. O kadar sessiz yürüyorduk ki sessizlikten bile korkmaya başlamıştım. Korkmaya başladığım zamanlar Bella'ya bakıyorum. Çünkü ona baktığımda her şeyi unutuyorum. Neden olduğunu anlamıyorum ama nedense ona bakınca sanki hiç kötü bir şey olmayacakmış gibi geliyor. O sanki benim koruyucu meleğimmiş gibi geliyor. Buradan kurtulup onunla bir gelecek kurmak için nelerimi vermezdim ki. Keşke onu bu olaydan önce bulsaydım.
Düşüncelerimden ormanın içinden gelen bir çığlık sesiyle ayrıldım. Hemen sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladık. Bir çığlık daha duyuldu. Bu sefer daha yakından geliyordu. Gittikçe yaklaşıyorduk. Çalıların arasından açıklık bir bölgeye çıktım ve etrafa bakındım. Çığlık atan Annis idi. Ayağından ağaca asılmıştı. Bizi görünce "Lütfen beni kurtarın buradan. Lütfen. Yalvarırım." diye ağlamaya başladı. "Tamam sakin ol. Şimdi seni kurtaracağız." dedi Leo. İpin bağlı olduğu yeri buldu ve ipi çözdü. Yavaş yavaş indirmeye başladı. Yere inmesine birkaç metre kalmıştı ama ip bir şeye takıldı. Gidip Leo'ya yardım etmeye çalıştım ama ip ne yukarı çıkıyordu ne de aşağı iniyordu.
Harry de bize yardıma gelmişti. Üç kişi ipe asıldık ama yine de çekemedik. Annis daha çok ağlamaya başladı. Tekrar denedik ama yine başarılı olamadık. Üçümüzde nefes nefese kalmıştık. "Son bir kez daha deneyelim olmazsa son çare ipi keseriz." dedi Leo. Harry ve ben onaylamak için kafa salladık. Üçümüzde ipi iyice tuttuk. Leo saymaya başladı. "Bir, iki, üüüçç." dedi ve üçümüzde bütün gücümüzle asıldık. Bir iki saniye zorladıktan sonra bir ses geldi ve ip serbest kaldı. Ardından ağaçların arasından başka bir ses geldi ve aniden üç tane ok Annis'in tam karnına saplandı. Hemen onu aşağı indirdik ama her şey için çok geçti. Annis oracıkta can vermişti.
Annis'in ölümünden sonra kimse konuşmadı. Herkes bir köşeye oturup sessizce duruyordu. O pislik adam bile bundan etkilenmişti. Çok uzun zaman böyle durduk. Sonra Carl "Neden gruptan ayrıldı ki? Neden tek başına ormana gitti?" diye sorular sormaya başladı.
"Sadece tuvaleti geldiğini, geride kalmadan geleceğini söylemişti." dedi Natalie.
"Sende onu bıraktın öyle mi?" dedi Carl çok sert bir şekilde.
"Onunla gitmek istedim ama kabul etmedi."
"Yine de onu yalnız bırakmamalıydın. Bırakmasaydın belki de şu an yaşıyor olurdu."
"Zaten bunu düşündükçe daha kötü oluyorum. Sen de daha fazla üstüme gelme." dedi ve ağlamaya başladı. Ortam çok gerilmeye başlamıştı. "Artık buna yapacak bir şeyimiz yok. Bundan sonra tek tek dolaşmamaya dikkat etmeliyiz. Birbirimizden ayrılırsak buradan asla kurtulamayız. Hepimiz teker teker ölürüz ve bu bir tek o alçak herifin hoşuna gider. Ona bu keyfi yaşatmamalıyız. Şimdi kendimize gelelim ve buradan çıkmanın yolunu bulalım." dedim. Bunları söylerken ben bile cesaretlenmiştim. Galiba onlara da yaramıştı yaptığım konuşma. Herkes kendine gelmişti. Annis'in üzerini bulduğumuz çalılarla örtük ve buradan uzaklaşmak için yola koyulduk.
Tekrar o sessiz yürüyüşümüze başlamıştık. Nefes alıp verişimiz bile duyulmuyordu. O kadar sessizdi ki ağaçlardan düşen yaprağın sesini bile duyabiliyordum. Bir de Bella hızlı bir şekilde atan kalbinin sesini. Şu an burada olmamın en iyi tarafı Bella'yla olmamdı. Uzun uzun ona bakarken beni fark etti ve elimi tuttu. İşte o zaman benim kalbim daha hızlı atmaya başladı. El ele tutuşup karanlık bir ormanda yürüyorduk. Bu duruma rağmen bile hayatımın en güzel şeyiydi bu.
Uzun uzun yürüdükten sonra uzaktan bir su sesi duymaya başladım. Sadece ben değil hepimiz duymuştuk o sesi. Yönümüzü sesin geldiği tarafa değiştirdik. Bir iki saat yürüdükten sonra önümüze kocaman bir şelale çıktı. Bu muhteşem bir şeydi. Böyle bir adada böyle güzel bir şey bulmak hepimizi sevindirmişti. Hepimiz susuzluktan ölmüştük. Hemen suya atladık. Suyumuzu içtikten sonra tekrar ben, James ve Jack odun toplamak için ayrıldık. Fazla geçmeden geri geldik ve ateşi yaktık. Dün akşamki gibi ateşin etrafında toplanmadık. Galiba herkes Annis'in ölümünü aklından atamamıştı. Fazla geçmeden de uyuduk.
Birden irkilerek uyandım. Kalktığımda güneş tamamen doğmamıştı ama etraf biraz da olsa aydınlıktı. Dönüp Bella'ya baktım. O hala uyuyordu. Tuvalete gitmek için biraz uzaklaştım. İlerdeki ağaçların arkasına giderken yerde bir şey gördüm. Su gibi bir şey. Ormana doğru devam ediyordu. İzi takip ettim. Ormana girdim ve üç adım sonra iz kayboldu. Etrafa bakındım ama bir şey göremedim. Tam geri dönüyordum ama gözüme bir şey takıldı. Ağacın arkasına baktım. Lanet olsun. Bu da neydi böyle. Bir ceset. Hem de kafası bedeninden ayrılmış bir ceset. Ne yapacağımı şaşırdım. Korkudan tüylerim diken diken oldu. Hemen geri dönüp diğerlerini uyarmalıydım. Tabi başkası için çok geç olmadıysa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Peşimizdeki Katil
Gizem / GerilimBir yanda geçmişi unutmayan bir adam. Ona yapılan haksızlıkların öcünü almak için yanıp tutuşan bir katil. Onu kimse durduramaz. Çünkü o ona bunları yapanları öldürmek için 15 yıl beklemiş. Diğer bir yanda ise bu gözü dönmüş ve kana susamış adamdan...