3. Bölüm: "Misafir"

127 12 10
                                    


Merhabalar, bölümümüz Aslan'ın bakış açısından anlatılıyor. Sizce bundan sonra Aslan'dan mı, Cennet'ten mi, yoksa karışık olarak her bölüm birinden mi yazmalıyım? Hangisini tercih edersiniz? Fikirlerinizi bekliyorum. Bir de çoook uzun bir bölüm yazdım, kıymetinizi bilin. Seviliyorsunuz. :)

- Aslan -

Gözlerimi açar açmaz çevik bir hareketle yataktan kalktım. Elimi yüzümü yıkayıp günlük tıraş işlemlerimi hallettikten sonra mutfağa koştum. Bizim merkez, geç kalmalarıma alışık olsa da oğlumun her sabah okuluna tam vaktinde yetişmesine özen gösteriyordum. Melih'in, onun her şeyiyle ilgilenecek bir annesi çoktandır yoktu. Oğlumu kimselere muhtaç etmemek de bu durumda bana düşüyordu.

Mutfak lavabosunda ellerimi yıkar yıkamaz çayı koyup bize harika bir omlet hazırlamaya başladım. Evet, omleti gerçekten harika yapardım. Gerçi ilk denemelerimde mutfağı yakacak bir potansiyelim olsa da zamanla bu işte ustalaşmıştım. Yemek konusunda pek iddialı sayılmazdım, sadece kahvaltılarım iyiydi. Onun dışında ancak tost, patates kızartması, salata ve makarna yapabiliyordum.

Bu nedenle de Melih'le yemeğe genelde ya üst kat komşumuz Ayten Teyzeye giderdik, ya da dışarıda yerdik. Gidemezsek, oğlum benim soslu makarnamı yemek zorunda kalırdı. Hep bu yüzden, Melih o bit kadar boyuyla: "Ya baba, yeter artık! Bıktım makarnadan! Ben aşçı olacağım büyüyünce, böylece hayatımızı kurtaracağım!" der bana. Buruk bir gülümseme o an peyda olur dudaklarımda. Ah be oğlum, ne kadar isterdim sana tamamen yetebilmeyi! Ama gel gör ki ben sadece polis olan bir babayım ve ben bir kadının erkeklerden daha değerli olduğunu anlayalı seneler oldu.

Eğer Melek şimdi yaşasaydı; Melih de ben de böylesine kanadı kırık, böylesine birilerine muhtaç kalmayacaktık. Ayten Teyze de olmasa Melih'e nasıl bakardım, bilemiyordum.

Kahvaltı tamamen hazır olduğunda oğlumun yanına gidip usulca saçlarını okşadım. Benim sarı saçlarımın aksine, onun saçları siyahtı. Masmavi gözlerini benden alsa da geri kalan her şeyini annesinden almıştı. Minik kalkık burnu ve küçük dudakları da bana annesini hatırlatıyordu.

Çok uslu bir çocuktu benim oğlum, babasını hiçbir zaman zor durumda bırakmamıştı. Doğduğundan beri sanki annesinin yokluğunu sezebiliyormuş gibi hep uslu, hep naifti Melih'im. Burnumu saçlarına gömerek tertemiz kokusunu içime çekip varlığı için Allah'a şükrettim. Şu hayatta oğlum da olmasa ne yapardım?

"Baba," diye mırıldandı Melih. "Sabah mı oldu?"

Onun bu masum sorusuna karşılık gülümsedim. "Evet, babacığım. Hadi kalk."

"Tamam."

Ben mutfağa geçip eksikleri masaya koyarken gözlerinden uyku akan oğlum, masaya oturdu. "Elini yüzünü yıkadın mı?"

"Ya baba," dedi hemen. "Kahvaltıdan sonra yıkarım."

Kaşlarım hafifçe çatıldı. "O zaman bir anlamı kalmaz ki oğlum, hem temizlik imandandır. Hadi git de elini yüzünü yıka."

Melih, mızmızlanarak banyoya giderken ben de çayları koydum. Birkaç dakika sonra masaya geri döndüğünde uykusu açılmış görünüyordu. Her sabah bu sahneyi yaşamak artık tuhaf gelmiyordu. Biz, eksik bir aileydik.

Eksik olsak da aileydik.

Melih, kahvaltısını iştahla yaparken sordum. "Ödevlerini yaptın, değil mi?"

"Yaptım baba," dedi hemen. "Bugün erken geleceksen dışarı çıkalım mı? Ayten Teyzeyi çok seviyorum, ama onunla hiç dışarı çıkmıyoruz. Hem ben babamla vakit geçirmek istiyorum."

CennetvariHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin