Merhabalar canlar, yepyeni bir bölüm getirdim sizlere. Yoğunluktan dolayı zar zor yetiştirebildim, dolayısıyla pek içime sinmedi ama umarım seversiniz. Bir de rica ediyorum yorum yapmıyorsanız bile en azından köşedeki yıldıza basmak zor olmasın sizler için. Keyifli okumalar. :)
- Aslan -
Ertesi sabah gözlerimi araladığımda kapalı hava, ruhuma pek iyi gelmemişti. Pazartesi sendromunu bana daha şiddetli duygularla yaşatan havaya sessiz teşekkürlerimi sunarken yataktan kalktım. Alarmı kurduğum saatten daha erken uyanmıştım bugün. Banyoda rutin işlemlerimi hallederken evdekileri kaldırmam gerektiğini aklıma not ettim. Ebeveyn banyosundan çıkıp odaya geri döndüğümde gardıroba doğru yürüdüm. Sivil polis olmanın en sevdiğim yanı, istediğim şeyi giyebiliyor olmamdı. Gri bir kazak ve kot pantolon giydikten sonra omuzlarıma dek uzamış sarı saçlarımı düzelttim. Tam o sırada çalan telefonumun alarmını hızla kapattım.
Saat, 06.45'ti.
Mutfağa kahvaltı hazırlamak amacıyla yürüdüğüm sırada gördüm onu. Adımlarım ister istemez durdu. O da benim gibi yeni aldığımız gri kazağını ve kot pantolonunu giymişti. Saçlarını mutfakta olduğu için bir kalemle hızlıca salaş bir şekilde topladı ve işine devam etti.
Yine bize kahvaltı hazırlıyordu.
Nasıl oluştuğunu çözemediğim tatlı, ılık bir sıvı omuriliklerime sızdı yavaşça. Hissettiğim yoğun duygu beni derinden sarsarken gözlerim ondan bir saniye bile ayrılmadı. Hayatın bana nasip ettiği şu an benim için çok özeldi. Ayten Teyze dışında bir kadının oğlum ve benim için benim mutfağımda kahvaltı hazırladığını görmek; içimde şiddetli sarsıntılara neden oldu. Benliğimde her an sızısını duyduğum kabuk bağlamamış yaralarım beni terk edip gitmiş gibiydi. Yeni yürümeye başlamış bir bebeğin enerjisiyle, tutunacak bir destek arıyordum şaşkınlıktan yere düşmemek için.
Bu, beni neden böylesine etkilemişti?
Cennet, tabakları masaya yerleştirmek için ardına döndü ve beni gördü. "Ay!" dedi, elindeki tabakları son anda sıkıca tuttu. "Beni çok korkuttunuz Aslan Bey."
O, tabakları masaya koyunca baş parmağıyla damağını kaldırır gibi yapıp elini hızlıca çarpan kalbine koyarken gülümsedim. "Özür dilerim, seni sabah sabah görünce şaşırdım. Burada olduğuma dair bir şeyler söylemeyi düşünemedim. İyi misin?"
Ben hızlıca tezgahtaki sürahiden ona su doldururken başını salladı. "İyiyim, bir an korktum öyle. Çok sessiz gelmişsiniz."
Bardağı ona uzattım, tereddüt etmeden içti. "Haklısın, neden bu kadar erkencisin?"
Bardağı tezgaha koyarken omzunu silkti. "Uyku tutmadı, kaçta çıkacağımızı da bilmediğim için erkenden kahvaltı hazırlamak mantıklı geldi."
"Tam zamanında hazırlamışsın, şimdiden ellerine sağlık. Saat sekiz gibi evden çıkarız," dedim hızlıca. "Ben Melih'i uyandırayım."
"Tamam, ben de çayları koyarım."
Oğlumun odasının önünde duraksadım ve kapıyı yavaşça açtım. Öyle güzel uyuyordu ki sabahları uyandırmaya kıyamıyordum. Yavaşça yatağa doğru yürüyüp kenara oturdum. Siyah, düz saçlarını okşadım. Güzel, bebek mavisi gözleri hemen açıldı.
"Baba?" dedi uykulu sesiyle. "Yine mi sabah oldu? Ben uyumak istiyorum."
Gözlerimi devirdim. "Sana da günaydın oğlum, hadi kalk. Okula gitmen gerek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennetvari
General FictionSen gidemezsin Cennet. Türlü emeklerle kurduğumuz bu sıcak yuvanın soğuk bir harabeye dönüşmesini istemezsin. Küçük balkonumuzda yetiştirdiğin saksı çiçeklerini sulamayı unuturum ben, onların göz göre göre solmasını istemezsin. Sen olmasan her sabah...