13.BÖLÜM - HASRET-İ EKBER

126 11 6
                                    

Yâre küstâhâne dil arz etti dâğ-ı sîneyi
Âteşîn pirehen oldu germî-i haclet bana

(Gönül, sevgiliye göğsünde açtığı yarayı küstahça gösterdi.
Utanmanın verdiği sıcaklık bana ateşten gömlek oldu.)

............................  ♤  ............................

21 Eylül 1330/ Osmanlı devleti sınırları yakınları

Yeryüzündeki tüm kötülükler sayılsa, öbek öbek toplansa, ısıtılıp eritilse sonra da havaya karıştırılsa ve en yakın soğuk rüzgar ile çarpışıp tekrar dünyaya su olarak inse, ancak böyle yağardı.

Eylül ayının sonlarına doğru yaklaşırken, gece vakti yağmurun bitabii yağabileceğini, hatta kıyamet gibi, nur gibi yağabileceğini akıl etmiş olmaları gerekirdi. Fakat an itibariyle Ceyhan'ın kırmızı pabuçları, balçık kıvamındaki toprağa bir batıp bir çıkıyorsa, bu gece vakti hele de yağmur olasılığı varken yola düştüklerinin bir emaresiydi.

Birkaç yüz yağmur damlası saplandı toprağa bıçak gibi. Toprak ise bu minik  bıçakları gayri ihtiyarı bir memnuniyetle kabul etti.

"Yolculuğu gece sürdürmek zorunda değildik. Niye handan ayrıldık? Hele de güz böyle çetin geçerken.." dedi Ceyhan bitik bir sesle. Hava soğuktu ama o terlemişti. Birazdan teri kuruyacak ve o müthiş bir şekilde üşüyecekti.

"Çünkü paramız bitti." dedi Yükneki. "Son köyden parasız ayrıldık. Kaldığımız handa da üç gün dolmak üzereydi. Biliyorsun ilk üç gün ücretsiz. Sonrası.. "

"Sonra da tek bir pulumuz bile olmadığı için yola çıktık. Bunun gece olması manidar tabii." diye tamamladı Yağız.

Ceyhan başını kaldırıp yağmura baktı. Siyah pelerini sırılsıklam olmuştu.

"Altına girebileceğimiz tek bir ağaç bile yok. Tarla faresi gibi sıkıştık kaldık bu açık alana." dedi Derman üzüntüyle.

Atlara binmiyorlardı. Çünkü toprak çok yumuşaktı ve her an seferilerden birisi at üstünde yeraltı dünyasına kavuşabilirdi.

Yağız önden yürüdü. Biraz aralarını açtı. Tepe gibi bir yüksekliğin üzerindeydiler. Yağız tepeden aşağıya, ufkun aşağısına baktı.

"Orada!"

Geriye koştu. "Kale gibi bir ev gördüm. Geniş, büyük bir ev. Bir asilzadeye ait olmalı."

"İyi de.. " Derman da tepenin ucuna yetişti. Eve baktı. "Burada kale ne arasın?"

"Bizans'tan kalmış olabilir. Burası eskiden Bizans'ın toprağıydı."

"Şu an kimin toprağı peki?" Ceyhan da kaleye baktı.

"Osmanlı'nın sınırlarına girdik mi ki?"
"Zannımca evet." Yükneki arkasına baktı. Girmiş olmasak bile Germiyan ile Osman toprağının hududuna hiç olmadığımız kadar yakınız."

"Haydi." diye çağırdı Ceyhan. "Kaleye kalmaya gidelim. Allah misafirini kimse geri çevirmez. "

Bir süre daha yürüdüler. Biraz daha ıslandılar yağmurda. Biraz daha yürüdüler su içmiş toprakta. En nihayetinde, göklere uzanan taştan evin kapısına geldiler. 

Yükneki, aralarından en kıdemli olarak kapıya çivili demir tokmağı üç kez kapıya vurdu.

Uzun kapı, azametli bir edayla açıldı.

"Ceyhan, arkama geç." dedi Yağız sakin bir sesle. Ceyhan karşı çıkmadı. Hatta pelerininin başlığını gözlerini kapatacak şekilde yüzüne indirdi.
Uzun boylu orta yaşlı bir adam açtı kapıyı. Ceyhan adamın elindeki keskin kılıcı hemen fark etmişti.

ŞİFAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin