2.BÖLÜM - VUSLAT VE İRADE

292 27 3
                                    

30 Mart 1330

Yağız asker, dar sokakta bir elini atının boynuna diğerini ise içgüdüsel olarak kılıcının kınısına koymuş yürüyordu. Atı gibi kendisi de yorgunluktan bitap düşmüştü çünkü iki gün yolculuk diye yaptığı planlar, bazı planlanmamış hadiseler tarafından mahvedilmiş ve sonuç olarak da iki günlük yolu tek gecede, tek bir an bile durmadan katetmişlerdi. 

Aleaddin Bey terden ıpıslak olmuş kaftanının önünü açtı. Fakat şüphsiz iki dakika sonra ilikleyecekti çünkü o, rüzgara güvenmemesi gerektiğini ve kendisini iki dakikada hasta edebileceğini biliyordu. Tam da hekimi almak için yollara revan olmuşken hastalanmanın nasıl bir kinaye olduğunu bilirdi Yükneki Bey.. Ve bu kinayenin öznesi olmayı kendine asla yediremezdi.

''Hepsi senin yüzünden.. İki gün önce varabilirdik buraya.. Ama Konya'da o işlemeli heybeyi çaldırdın, üstüne üstlük bulunsun diye de kıyametleri kopardın. Basit bir heybe işte..'' dedi Yağız çok da belirgin olmayan bir sinirle.

''O heybe bana çok nezih bir elçi tarafından hediye edildi. Anısı büyük ama sen anlamazsın.. '' dedi ve edalı bir şekilde göz süzdü. ''Ah bu körpelerde nerede kalmış akıl, fikir, vefa..?'' 

''Bizde vazife ağır bastığı için sizin kadar vefalı değiliz, Bilgin Bey. Affola.'' dedi Yağız atını sıvazlayarak.

''Her neyse.'' 

Moğol kafilesi beş hafta önce varmıştı Karamanoğlu Beyliğinin sarayına. Bu mesaj da iki haftada iletilmişti Bursa'ya. Üç haftanın da yolda geçtiğini varsaydıklarında ise geriye bir gün bile kalmıyordu.

''Hekimi nasıl alacağız?''

''Oraya girip sorsak vermezler mi?'' dedi Yükneki Bey. Bunu deyince Yağız durup alayla gözlerini kıstı.

''Oldu. Gireriz içeri.. Böyle böyle deriz. Sizin hekim bize lazım, ödünç alabilir miyiz deriz.''

''Onlar ne der?''

''Bir şey demezler, şanslıysak pastırma yaparlar.'',

''Pastırma mı?'' Durdu Yükneki Bey. ''Neyden?''

''Sence?''

*  *  *

Yağız asker ve Yükneki Bey gecenin karanlığında, saray ile şehri ayıran duvarın en kısa yerinde çömelmiş bekliyorlardı. Duvardan atlayabilirlerdi fakat gezen nöbetçileri alt etmek pek kolay değildi. Bahçeyi geçseler bile kapıdan nasıl geçecekleri daha da ilginçti. Oradan sonra da hekimin odasını bulup kimselere görünmeden hekimi alıp gideceklerdi.. Fakat..

Tek sorun bu muhteşem planı nasıl hayata geçireceklerdi? 

''Ee, ne yapacağız?''

''Zamanım olsaydı, askerlerden birkaçına rüşvet verecektim ama maalesef..'' dedi Yağız, ona rahatsız edecek derecede sokulan Aleaddin Beyi biraz ittirerek.   ''Malumunuz, pek vakit bulamadım.''

''Peki ne yapacağız?''

''Bekle.'' dedi Yağız. Gözü biraz uzaklardaydı. Duvarın biraz uzağına bakıyordu. Aleaddin Bey onun baktığı yöne bakınca kümelenmiş çocukları gördü. 

''Ne yaptın sen?''

''Askerleri değil ama çocukları baştan çıkaracak vaktim oldu. Şerbetli tatlılara olan zaafları işime yaradı diyelim.'' dedi Yağız ve elini işaret yapmak için kaldırdı.

''Bakalım, işe yarayacak mı?'',

O anda bir kızıllık göründü kümelenen çocuklar arasında.. Ardından da minik patlamalar oldu o kızıllıkta.. Birkaç saniyede o kızıllığın bir ateş olduğunu fark edebilmişti Yükneki Bey. Kızıllık büyüdü ve büyüdü. Çocuklar kaçıştılar. Kızıllık duvara bitişik fakat iç tarafta olan bir ağacı ele geçirdi.Sonra başka bir ağacı, ve başka bir ağacı.Ağaçların yanmasıyla birlikte askerlerin birbirlerine seslice emir vermeleri duyulur olmuştu. Hepsinin bir yana koştuğu belliydi ve işte tam zamanıydı. ,

ŞİFAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin