-Natsu-
Her zamanki gibi, Gray dükkanı kilitlerken kaldırımın ucunda onu bekliyordum. Gözlerimi, bu küçük sokakta gezdirdim. Renkli sokağımız her ne kadar küçük olsa da içi sıcacık insanlarla doluydu.
Köşede Cana'nın içki dükkanı, onun hemen yanında Freed'in silah dükkanı, karşılarında Gajeel ve Levy'nin kitap ve müzik dükkanı, Rogue, Poyraz ve Sting'in işlettiği pastahane... Mira, Erza, Jellal, ben, Gray ve Juvia'nın beraber çalıştığı, önünde durduğum restoran. Küçük ama bir o kadar renkli sokağımızı seviyordum.
Anahtarın kapıyı kilitleme sesini duyduktan sonra, Gray'i beklemeden bir adım attım. Eski ayakkabımın yolda çıkardığı tok sesi eşliğinde, Gray onu beklemem için bana bağırıyordu.
Bir adım daha atmıştım ki, önümden bir bisikletin jet hızıyla geçmesi bir olmuştu. Son anda dengemi sağlamasaydım düşebilirdim. Bisikleti süren kişiye çevirdim sinirli gözlerimi. Kahkahalar atarak ve bağırarak şarkısını söyleyen, kafasına hasır kenarında pembe bir çiçeği olan şapka takmış Lucy rutin şeylerini yapıyordu.
''Yine mi?'' dedi Gray bıkkınlıkla. Neredeyse her sabah, onu beklemez ve daha demin olan olayı yaşardım. Kafamı usulca salladım. Onun 'aptal' diye mırıldanmasını duysam da bir şey demedim. Bisikletinden inen Lucy'i incelemeye başladım.
Sarı, adeta güneşin parlaklığını, yıldızın büyüleyiciliğini taşıyan saçları beline kadar uzanıyordu. Çikolata kahvesi gözleri, saatlerce izleyebileceğiniz türdendi. Yüzünden silinmeyen gülümsemesi kahkahaya dönüşürken ona selam veren Cana'ya gülümsedi. Sonra bağırarak şarkısına devam etti. Giydiği gündelik pembe elbisesi onu pek bir güzel göstermiş, hasır şapkasıyla uyum sağlamıştı.
Lucy, sanki bizim sokağımızın neşesiydi. Her sabah evinden çıkar, bisikletine binerdi. Her gün ayrı bir renk giyerdi. Anlaşılan bugünki rengi pembeydi. Neşeli kahkahalarını ve söylediği şarkıları eksik etmeden bisikletini sürer, her birimize gülümseyerek selam verirdi. Her gün, sokağımızın kedisine sütünü koyar, köpeklerin suyunu yeniler, kendi yaptığı kuş yemliğine yem koyardı. Sonra çiçekçi dükkanının önüne gelir, öğlene kadar orada çalışırdı. Sonra ise dükkanı Layla-san'a bırakır ve giderdi.
Nereye gittiğini bilmiyorum. Zaten onunla pek samimi değildik. Arada göz göze gelince -nezaketten ötürü- birbirimize gülümserdik. Ama gülümsemesini öyle çok severdim ki, her restoranımızın önünden geçişinde, gülümsesin diye gözlerine dik dik bakardım. Onun hakkında tek bildiğim şey, yanında sürekli taşıdığı defteriydi. Ve o defter hakkında bildiğim tek şey ise, bir defter olduğuydu.
Ama sanki her geçen gün teni soluklaşıyordu. Saçları tel tel azalıyordu sanki. Gözlerinin parıltısı azalsa da, o büyüleyici gülümsemesi silinmezdi yüzünden. En çok da bu huyunu severdim onun. Her zaman gülümserdi.
Yanıma gelen Gray ile gerekli malzemeleri almak için yürümeye başladık. Aklımı kurcalayan küçük soruyu sormak için duraksadım. ''Gray. Lucy tam olarak kim?'' dedim sakince. Sonra yürümeme devam ederken Gray keyifsizce mırıldandı.
''Neden merak ediyorsun?'' demesine karşın istemsizce gülümsemiştim. ''Onu tanımak istiyorum. Öyle neşeli ki, bunun sebebini merak ediyorum.''
''Lucy kanser Natsu.''
Anında bacaklarımın hareketsiz kalışı ile, yüzüm de dehşet bir hal almıştı. Yolun ortasında öylece durdum. Gözlerimin önünden Lucy'nin gülümsemesi, kahkaha atışı, parlayan gözleri geçerken yutkundum. Kanserse, nasıl neşeli olabilirdi ki bu kadar? Konuşacak cesareti bulamayınca Gray konuşmaya başladı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilek Defterim
Fanfic''Tıpkı bu defterin sayfaları gibi, insanlar da giderek kaybediyor renklerini. O yüzden bu defteri tutuyorum. Bir gün onların arasına karışacağım ben de. Belki herhangi bir sayfada kuruyup kalmış gül yaprağı, belki unutulup gitmiş kitap ayracı, aral...