Boşlukta yürümek imkânsızdı. Fakat yürüyordum. Hatta koşuyordum da. Yol yoktu. Ağaç yoktu. Ev yoktu. Toprak yoktu. Gökyüzü yoktu. Zaman yoktu. Kimse yoktu benden başka. Bir şey de yapmıyordum. Sadece arada arkama bakıyordum sanki biri beni takip ediyormuş gibi. Ama kimse yoktu. Tehlike vardı. Korku vardı. Uçurum vardı. Yeni beliren uçurumu görüyordum artık. Sonuna yaklaşıyordum olmayan yolun ve başına yaklaşıyordum uçurumun. Kendimi durdurmak istiyordum ama ne çare. Kendimi kendim bile durduramıyordum. Uçurumun dibine düşecektim. Korkuyu hissediyordum. Parmak uçlarımın buruşuk olduğunu hissettim. Gözaltlarımda kurumuş ıslaklıklar vardı ve bu yüzden gerilmişti. Ağlamaktan buruşur muydu deri? Kurumuş göz yaşları acıtır mıydı suratı? Mümkün olmayan şeylerdi bunlar. Tıpkı uçurumun son noktasına gelmişken saçlarımı kavrayıp çeken bir elin beni geri çekmesi gibi. Canım acımıştı ama durabilmiştim. Kurtulmama sevinemeden saç köklerimdeki acı kendini belli etti. Öyle sert çekmişti ki yere düşerek biraz sürüklenmiş ve yüzüstü yere serilmiştim. Kolumda ya da bacağımda sıyrıklar, yaralar olabileceğinin düşüncesi bile kanımın çekilmesine sebep oldu. Önemli olan ise bunlardan çok kurtaran kişiydi. Onu görmek istediğimden kafamı kaldırmak için kollarımın üzerinde doğruldum. Çıplak ayaklarını gördüğümde bu normal gelmişti. Sanki ben de o durumdaymışım gibi. Karşımda duran ayakların bir erkeğe ait olduğunu anlamak kolaydı. Zor olan ise kafamı kaldıracak gücü kendimde bulup kim olduğunu öğrenmekti. Birkaç dakika gücümü toparlayıp kendi kendime kalkmak istedim. Ama olmuyordu. Bundan fazla kafamı kaldıracak halim bile yoktu. Kendimi rahat bırakmayı tercih ettikten sonra başımı yere yaslayıp sakince gözlerimi kapattım. Yaklaşık üç saniye sonra zeminde gürültülü bir ses işittim. Deprem etkisi yaratabilecek kadar güçlü sesin sarsıntı miktarı da oldukça fazlaydı. Çok kısa bir süre sonra bir kez daha oldu bu ve sonra bir kez daha. Aralıklı zamanlarda ve uzaklaşarak olan bu sesin ayak sesi olabileceği düşüncesinden başka hiçbir şey mantıklı gelmiyordu. Fakat o kadar güçlüydü ki yer yerinden oynuyordu. Şiddetten dolayı başım zeminden hafifçe yükselip geri düşüyordu ve her düşüşte acı iki katına çıkıyordu. Birkaç sesten sonrası yavaş yavaş silikleşti hafızamda. Uyuya mı kalıyordum?
Yoksa uyanıyor muydum?"""
Bunun bir rüya olduğunu zorla idrak eden beynim daha uyanmayı kısmen başarabilmiş bir vücudu yönetmekte zorlanmıyordu herhalde. Hâlâ gerçekliğe oldukça yakın olan bu rüyanın etkisinde kalmış olabilirdim.
Yavaşça yatakta doğrulup bacaklarımı yataktan sarkıttım. Gözlerimi açmayı denesem de başaramadığımdan kapalı bir şekilde kalkıp lavaboya doğru gittim. Aynaya bakmadan hemen önce yüzüme çarptığım soğuk suyun etkisiyle gözlerim açılmıştı. Berbat görüntüme aldırış etmeden saçlarımı topladım. Odama gidip saate bakınca yorgun hissetmemin nedenini anlayabildim. Okula giderken kalktığım saatten neredeyse bir saat erken kalkmıştım. Yorgunluğumu atmak adına yatağıma yattım ve uyumayı denedim. Zor olmasını her ne kadar beklemiyorsam o kadar zor oldu bu. Uyku ile ilgili hiçbir eylem yoktu.
Gördüğüm rüyayı yorumlamayı tercih etmeyen biri olarak bu kadar fazla düşünmem bana tersti. Yapmamam gerekirdi. Zamanın bu şekilde geçmeyeceğini anlayana kadar on beş dakika geçmesi ne kadar da ironikti. Ayağa kalkıp üzerimi değiştirdim ve çantamı da alıp aşağıya, annemin yanına indim. Fakat aklım hâlâ rüyada ve dündeydi. Bunlar kafamı kurcalarken kahvaltı masasını hazırlayan anneme tek kelime etmeden şaşkınlıkla baktım. Normalde böyle bir şey yapmazdı. Kendisi kahvaltısını eder, masayı toplar ve çıkardı. Bugünü özel kılan neydi?
Çantamı yanımdaki sandalyeye bırakıp oturdum. Ona hâlâ şaşkın gözler ile bakıyordum. Çekinerek sordum. "Ne var ki bugün?" Ondan zaten hep çekinirdim.
"Kızım ile kahvaltı etmek isteyemez miyim?" dediğinde bir soğukluk hissettim sesinin tınısında.
Onunla aramı hep iyi tutmaya çalışmıştım. Babam ile olan bağlarım annem ile olandan daha sıkıydı. Annem farklıydı. Gözleri genelde endişe ile bakardı. Çoğu zaman ise tehditkâr. Babam ile mesafeli bir şekilde anlaşabiliyorlardı. Fazla kavga etmezlerdi. Etseler dahi bunu gözümün önünde yaomazlardı. Daha önce hiç yanımda kavga etmemelerine rağmen sadece bir tanesine tanıklık etmiştim gizlice. Fazlasıyla küçüktüm. Bana bir şey söylemeden suratsızca odalarına gittiklerini hatırlıyorum. Fazla bağırmadıklarını da. Net değildi bu anılar. Emin olmamak ile beraber hatırladığım bir şey daha vardı. Babamın annemi tehdit etmesi. Kaba saba bir adam değildi. İşine gidip gelen, tam sa hakimlik mesleğine göre sakin sayılabilecek bir adamdı. Fakat o an kavga ederken yükselen sinir ile söylemişti birkaç şey. Hatıralarımı yoklarken biraz hatırlar gibi oldum. Herkesin öğreneceğinden bahsediyordu. Ne olduğunu anlamasam da o zamanlar bunu umursamamıştım.
"Hayır!" dedim. İstemezdi çünkü. İstese bile bir çıkarı olurdu. Bu sefer de öyle bir şeydi.
"Gel otur şöyle, hem bir şeyler ye hem de konuşalım." dediğinde tezimin doğruluğunu fark ettim. Masa güzelce hazırlanmıştı. Özenildiği belliydi. En son ne zaman böyle bir kahvaltı hazırladığını bile unutmuştum. Çatalı elime alıp bir parça peyniri ağzıma attıktan sonra sordum. "Ne konuşmak istiyorsun anne?" Gözlerimi devirme isteğimi bastırarak ifadesiz kalmayı seçtim.
"Bu taksi işi bize şimdiden fazla harcama yaptırıyor. Tüm yılı bu şekilde geçirmeye kalkarsak halimiz ne olur?" dedi sıkıntıyla. Maddi durumumuz orta haldeydi. Kötü sayılmazdık fakat zengin sınıfına girebilecek kadar iyi de değildik. "Çözümün ne peki?"
"Bizim genel müdür geçenlerde beni yanına çağırdı. Geçen hafta yapılan anketleri incelerken senin okulun gözüne çarpmış. Sordu bana 'Ne zamandır okuyor, Nasıl gidiyor?' diye. Oğlunun da aynı okula gittiğini söyledi." Sözlerini dikkatle dinlerken kahvaltı yapmaya devam ediyordum. "Bu bayanın hali vakti yerinde tabii. Oğlunu da şoför arabayla her gün götürüyormuş. Çocuk da tıpkı senin gibi yeni başlamış okula." Son cümlesini idrak edince kanım çekilir gibi oldu. Fakat sonra tek yeni gelen öğrencinin Poyraz olamayacağını düşündüm.
"Birbirinize yardımcı olursunuz dedik. Bu sabah alacak seni. Hem ben de bu sayede genel müdür ile yakınlaşmış olurum." dedi ve sırıttı. Bir çıkar meselesi adına kızını her ne kadar genel müdürünün oğlu da olsa tanımadığı birine teslim ediyordu. Söyleyecek bir şey kalmamıştı.
"Görüşürüz." dedikten sonra mutfaktan çıkıp hızla kapıya doğru yürüdüm. Aynı hızla ayakkabılarımı ayağıma geçirdim ve bağcıklarını bağladım.
Aşağıya inmek için asansöre bindiğimde çantamdan hemşirenin dün ayağıma sardığı sargı bandajını çıkardım bileğime çabucak sardım ve tökezleyerek asansörden inip apartmandan çıktım. Bir numara yaptıysam açık vermemem gerekiyordu. Yoksa bu sefer arada yanan ben olacaktım.
Asansörden indiğimde apartmanın önünde araba göremeyince telaşla yürümeye başladım. Etrafımı süzerek yürürken her ihtimale karşın hâlâ ayağımın burkuk olduğunu belli ediyordum. Belki de son kez taksiye binecektim bu durumda. Bu tabii ki işime gelirdi. Anneme de 'Kimse gelmeyince okula geç kalmamak için taksi ile gittim. Bundan sonra da gidebilirim.' diyebilirdim. Bu şekilde düşünürken en yakındaki taksi durağına daha da yaklaşmıştım. Endişem de hafifliyordu. Çünkü ben biraz daha uzaklaşırsam gelse bile beni bulamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UKALA
Teen FictionGeçmişin önemli olmadığını, geleceğe bakılması gerektiğini söyleyenler geçmişinden korkanlardır. Gelecek kadar geçmişin de önemli olduğunu belirten ben, bu güne kadar bir şekilde yaşadım. Öğrendim, okudum, yazdım, çizdim, başarılar elde ettim, kazan...