6/10 - want see four season

264 33 6
                                    

Kulaklığımdan yayılan müzik sesi kulaklarıma doğru yol alırken parmaklarım bilgisayarımın tuşlarına teker teker basıyordu. Bir ortamdan sıkıldığımda veya kendimi kötü hissettiğimde odama kapanır, bir şeyler yazardım. Şiir, hikaye, şarkı... Hepsini yazmayı seviyordum. O anda kendimi neye yakın hissediyorsam, ne için ilham bana geldiyse onu yazıyordum. Yazı ile bir bağ kurmak, hatta bütünleşmek inanılmaz derecede iyi hissettiriyordu.

Hiçbir şey yaşamamış olmama rağmen bambaşka bir hayat hayal edip onu kendim gibi hissetmek bir zihinsel mazoşizm gibi görünse de beni hafifletiyordu. Hatta büyümemi, daha iyi düşünmemi sağlıyordu. Günün sonunda ne olursa olsun hayalimde kurduğum kurgulara geçirilen yazılar ile kalacağımı hissedebiliyordum. Üstelik bu bir ceza gibi gelmiyordu bana. Tanrı'nın bir hediyesi gibi.

Koluma dokunan birisiyle irkilerek başımı kaldırdım ve karşımdaki kişiye baktım. Doniyaa bana bir şeyler söylemek için karşımda duruyordu. Kulaklıklarımı çıkarıp bilgisayarımı kapatım ona döndüm.

"Efendim?"

"Annemler seni yemeğe çağırmamı söylediler." dedi. Ses tonundaki bir şey beni çok rahatsız etmişti.

"Pekala..." dedim ve ayağa kalktım. "Üzerimi değiştirip geliyorum."

Dolabımın önüne gidip kapağını açtım ve kıyafetlerimi incelemeye başladım. Fakat Doniyaa'nın üzerimde hissettiğim bakışları beni oldukça rahatsız ediyordu. Bu yüzden seçme işlemini umursamayarak toz pembe günlük bir elbise seçtim. Üzerimdekileri çıkarıp toz pembe elbiseyi giydim. Makyaj masamın önüne geldiğimde bozulmuş saçımı saldım ve yeniden topuz yaparak daha iyi bir görünüm elde ettim.

"Dün gece..." dedi. Bedenimi ona döndürerek baktım. "Sizi gördüm. Yine aynı yerdeydiniz, yine dans ediyordunuz."

"Sadece bana verdiği sözü tuttu."

"Yani her gece yataklarınızdan kaçmayacaksınız, öyle mi?" diye alayla konuştu.

Kafamı salladım. "Elbette, kaçmayacağız." dedim. Kaşlarım yukarıya kalkarken dudaklarım yavaşça iki yana kıvrıldı. "Artık büyüdüğümüz için kaçmaya gerek duymayız."

Gülümsemesi solarken kaşları çatıldı. "Bu nereye kadar devam edecek, peki?"

Onun aksine yüzümdeki gülümsemeyi sabit tuttum. "Bilmem." dedim. "Gittiği yere kadar."

Kaşları yukarıya kalktı ve imalı bir ifade takındı. "Dikkat ol. Yolda ayağın taşa takılıp düşme. Yoksa geride sen kalırsın."

"Ne demek istiyorsun?"

"Demek istediğim," yavaşça dudaklarını ıslattı. "Taşa takılıp geride kalacaksın, Lorelei."

Onu anlamaya çalışarak öylece baktım. Bana içten -bir o kadar da samimiyetsiz- bir gülümseme yolladı ve koluma girdi. "Hadi, yemeğe inelim. Annemler çok güzel yemekler yaptı."

Beni dışarıya doğru sürüklerken hala daha ne demek istediğini sorguluyordum. O buraya geldiğimiz ilk günden itibaren bana sürekli olarak imalarda bulunmuştu. Ama ilk kez bu kadar iğneleyici bir şekilde konuşmuştu. Şüphelerim günler geçtikçe daha da artıyordu. Neye şüphem olduğunu bilmeden hem de.

Ama böyle yaşayamazdım. Zihnimi belirsiz şeylerle meşgul etmemeliydim. Çünkü eğer öğrenmem gereken bir durum varsa, eğer söylediği gibi taşa takılıp düşeceksem bunu yaşamadan bilemezdim. Bir şey yaşanacaksa onu kimse engelleyemezdi.

Merdivenlerden iner inmez kulaklarıma dolan Elvis Presley'in sesi ile etrafa bakındım. Joseph, annem ile babamın yanında nispet yaparcasına dans ediyordu. Oysaki babamın umrundaymış gibi görünmüyor, telefonundan bir video izliyordu. Joseph her zaman böyleydi. Anneme çocukluğundan beri hayran olduğu için hep babama nispet yapmak isterdi. Babam o küçükken sinirleniyormuş gibi yapardı ama büyüdükten sonra hala devam edince babam görmüyormuş gibi yapıyordu. Joseph ise daha fazla sinirleniyordu.

lorelei | z.m Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin