Gözyaşlarımın buğulu camlara verdiği nem, dışarıda ki gün batımını izlememi engelliyordu. Vücudumu ele geçiren yorgunluk kalp atışlarımı yük haline getirmişti. Sessizce kulaklığımdan yayılan şarkıyı dinliyordum. Umudumu ve mutluluğumu sakladığım mavi sandığı, ait olan yere yani kalbimin en derinliklerine gömdüm. Sadece tek gerçek olarak kabul ettiğim şeyi yapmaya gidiyordum. Kalbimde buruk bir sevinç olsa da bu sevinç vücuduma güç olmaya yetmiyordu. İnsanlar çok farklı. Fakat farklı olduğunu düşünen tüm insanlar aynı. Ufak bedenine ağır gelen kötülüğü sığdırabilen insanlar, minik bir yağmur damlasının tenine değmesinden bile mutluluk, sevinç yaşayabilen insanlar ve ikisini bir arada yaşayan gereksiz insanlar. Bana en yakın, yağmurun ıslaklığını mutluluğa çevirebilmek sanırım. Düşündüklerim dinlediğim şarkıyla derbeder olmuştu. Yara ve kuru olan dudaklarımdan şu sözler dökülüyordu: Yağ yağmur yağ ki uslansın gurur, yağ yağmur. Söndür ateşi dindir dermana derdi, umudum yağmur...
Uyandığımda boynumu hareket ettirememiştim. Düşüncelerim bedenimi çok yorgun bırakmış olduğundan uyuya kalmıştım. Teki kulağımda olup diğeri ise kazağıma takılı kalan kulaklığımı çantama koydum. Yavaşça doğruldum. Boynumun sızısı canımı çok yakıyordu. Zorla araladığım gözlerimden dışarıya bakıyordum. Karanlığı hiç bu kadar yakından hissetmemiştim. O günden sonra hiç olmamıştı... Canan'ın vurulduğu gün... O gün yoğun bakımın kapısında geçirmiştim saniyesine kadar kalbime işleyen saatleri.. Doktorlar ameliyattan çıktıktan sonra onu yoğun bakıma almışlardı. Son umutlarımı orada dilemiştim. Kollarımdaki kan, sanki o yanımdaymış gibi hissettiriyordu. İçimden kardeşimin sağ salim çıkmasını istiyorken, kendime o çıkmadan kollarımdaki ve pantolonumun üzerindeki kan izini silmeyeceğimi söylüyordum. Çünkü bu benim ufakta olsa umudumdu. Kendime bunu inandırmaya çalışıyordum. Tek ihtiyacım olan ufacık bir sözcüktü. Fakat diğer olanlar gibi bu dileğim de hayallere karışmıştı. Sırtımı yasladığım duvar, beni iyi hissettiren tek şeydi. Umduğum gibi ailem yanıma gelmemişti. En zor günlerimde bütün acıyı bana yüklemişlerdi. Emre ise babasının yanında, hastanedeydi. Onu arayıp, gelmesini isteyemezdim. İşte benim yalnızlık hikayem böyle başlamıştı.
(İsterseniz Model'in Sarı Kurdeleler şarkısını açarak okumaya devam edin.)
Sessizliği dinlemekten sıkıldığım için tekrar kulaklıklarımı çantamdan çıkarttım. Son zamanlarda sık sık dinlediğim şarkıyı tekrar dinlemeye başladım. Model'in bana göre en iyi şarkısıydı bu şarkı. Belki de şarkıda kendimi hissettiğim için böyle düşünüyordum. Küçük sarı kurdeleli bir kızım ben. Çok canım yandı, acımıyor artık. Kendime acımıyorum artık.Bir çiçek kopardım, son kez ona baktım. Çiçeğimi taktım göğsüme. Kendime acımıyorum artık. Bir yol yürüdüm evimizden, yol büyüktü hepimizden. Ölümden, ikimizden ve zavallı sevgimizden. Dün gece ufacık bir çiçek solmuş. Bugün yeniden güneş doğmuş. Bak burada küçük bir kız ölmüş. Ruhu büyümüş kadın olmuş. Dudaklarımdan çıkan minik sözcükler kalbime ateş olarak düşüyordu. Kulaklarım duymaz, gözlerim görmez, burnum ise sevdiğim insanların kokusunu alamaz olmuştu. Hislerimle kaybolmuştum kendi çıkmaz sokaklarımda. Yok olup gidiyordum. Yüreğimdeki intikam ateşi giderek sönüyor, yerini ölüm isteği alıyordu. Her türlü ölüydüm ben.
....
Uyandığımda güneş yüzünü daha yeni göstermeye başlamıştı. Boynumdaki sızı tüm bedenimi işgal etmişti. Koltukta acıyla can çekişiyordum. Uykumu alamamış olmam beni daha da huysuz yapıyordu. Yanımdaki koltuğun boş olması benim için büyük şanstı. Uçağa binecek paramın olmamasına tekrar lanet ettim. Üzerime örttüğüm kapşonlumu yan koltuğa atarak doğrulmaya çalıştım. Sırtımdaki kemiklerden gelen ses üzerine önümde oturan adam bana bakmaya başladı. Bana bakması çok sinirimi bozduğu için tek kaşımı kaldırıp ona sinirli bir bakış attım. Bakışım üzerine bana bakmayı bırakarak önüne döndü. Telefonu çantamdan çıkartarak saate baktım. Uzun süredir uyumuşum. Fakat yerimi yadırgadığım için kesik kesik uyudum. Özellikle de boynumun ağrısı yüzünden zor uykuya dalabilmiştim. Kulaklığımı koltuktan alıp çantama koydum. Yavaş yavaş topurlanmaya başlamıştım. Ankara'ya varmama çok az kalmıştı. Aylardır hayalini kurduğum şeyi yapıp, rahatça uyuyabilecektim artık. Kafamı koltuğa yaslayıp otobüsün otogara varmasını bekliyordum. Gözlerimi kapatıp halamı ve kuzenlerimi düşünmeye başladım. Düşüncelerim yavaşça okula kaymaya başladığında ise gözümün önüne Anıl gelmişti. Bir anda gözümü açarak onun hayalinin gözümün önünden gitmesi için dua ettim. Az kalsa onun yüzüne tüm planım suya düşecekti. Uzun uğraşlar sonunda halama yalan söyleyip evden kaçmıştım. Otobüse bindiğimde ise kalbimdeki boşluk beni düşündürmüştü. Neden bu boşluk yaptığım şeyin yanlış olduğunu gösteriyordu? Peki neden Emre onu ziyaret etmemi söylemişti? Kafamdaki sorulardan öğürme sesiyle ayrılmıştım. Kafamı sağa döndürdüğümde ise yaşlı teyzenin kustuğunu gördüm. Herkes gözünü kapatıp kusmuğu görmemeye çalışıyordu. Benim midem bulanmadığı için zavallı teyzeye yardım etmek için yanına gittim. Çantamdan bulduğum poşeti ona vererek onu koltuğa oturttum. Çantamdan bulduğum peçete ve suyu da onu uzatarak yanına oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENDEKİ BEN
General FictionGeleceği uğruna geçmişinden sildiği anıları hatırlayıp, canından çok sevdiği arkadaşı Canan'ı öldüren kişiyi bulmaya çalışacaktı. ''Kalbime söz geçirdim diyelim, peki ya beynimi karanlığın içinden nasıl çıkaracağım... Soruyorum sana, her uyandığında...