" Ol der ve Olur "

259 106 6
                                    

Hava kasvetliydi bu sabah. Kara bulutların gölgesinde aralamıştı gözlerini. Yatağında doğruldu,gözlerini ovuşturdu. Kalkıp hazırlanmaya başladı. Kahvaltısını etmeden attı kendini dışarı. İnsanlar karınca gibi geçiyordu yanından. Hayat telaşesi okunuyordu yüzlerinden. Herkes yabancı, herkes kimsesiz. Dünyevi dertlerle boğuşurken insanlar Ali bir başka düşünüyordu, bir başka bakıyordu, bir başka yaşıyordu.

Hızlı adımlarla kütüphanenin yolunu tuttu. İçeri girdiğinde yüreğine ilk ateşin de düşmesi bir oldu. Bu nasıl bir şeydi böyle. İnsanın içinde ateş yanar mıydı hemde birden bire. Gözlerini alamadı bir an . Sonra silkelendi ne yapıyordu böyle. Karşı cinse 2.kez bakmak göz zinasıyken uzun uzun bakmak da ne demekti!

Başını yere indirdi. Kalbi göğüs kafesini parçalayacak gibi atıyordu. Birilerinin duymasından çekindi . hemen karşı masaya oturmuştu. kızın tam göz menzilindeydi şimdi. Hafif başını kaldırsa veyahutta biraz kulak kabartsa duyacaktı Ali'nin kalp atımlarını.
(Kalbinin ritmini değiştiren ve saniyesinde farklı bir anlam yükleyen bu kız da kimdi!)

Uzun bir müddet ne ders çalışabildi ne başını kaldırabildi. İçiyle muhasebesi bitmemişti. Ve başını kaldırdığında dünyanın bir anlığına durduğu, zamanın donduğu o anda başı döndü, kız yoktu,gitmişti çoktan. Zor bulup erken kaybettiği mücevherin yerinde şimdi bir boşluk oturuyordu. Gözleri doldu. Acıdı kendine. Ve sonra düşündü ki onu karşısına çıkaran Allah'tı ve Allah "Ol der ve Olurdu" Ümitsizlik bir müslümana hiç yakışmıyordu.

******
"Kötü yaradılışlı kişi Allah'a yalvarmasın diye Allah ona dert keder vermez.Unutma firavunun başı bir kez bile ağrımadı.''
Hz.Mevlana

Allah'tan gelen dert,keder baş üstünedir. Allah dert veriyorsa eğer kuluna huzuruna gelsin, dua etsin diye. Böyle düşündü Ali. Karşısına çıktıysa bu hülyalı güzel ve kalbi sıkışıyorsa her aklına geldiğinde sabretmeliydi. Sevdaysa bu yaşadığı gönlünün en güzel yerinde misafir etmeliydi. Her Mecnun'un bir Leylası vardı, Kays'ı Mecnun'a çeviren. Her Leyla'nın bir Mecnun'u vardı gönlünü çelen. O günden sonra hiç göremedi Leyla dediği güzeli. Belki de düştüğü çölde bir seraptı sadece anlık ve kana kana içemediği bir pınar. Her gün aşındırdı kütüphanenin kapısını aynı saatte aynı yerde bekledi. Lakin beklenen gelmemekte ısrarlı,bekleyen biçare....

Güneşli birgün de tekrar çaldı kütüphanenin kapısını. Çalınan kapı aşk olsada zahiri olana vuruluyordu tokmak. Her zamanki gibi geçecekken o ilk günkü masaya karşı masayı dolduran bir ışık aydınlattı dünyasını. Uyku mahmurluğunu üzerinden atamayan biri gibi ovuşturdu gözlerini. Tüm gerçekliğiyle karşısında duruyordu Leyla. Şapşal bir gülümseme yayıldı dudağının kenarından gönlüne. Kıza doğru gidecekken biran gerçekliğin soğukluğu kesti aklını. Gerçekten Mecnun'a mı dönüşüyordu! Bu ne pervasızlık, bu ne aymazlık! Rahatsız etmeye ne hakkı vardı. Nazım'ın şiiri yuvarlandı ağzında ''Sen elmayı seviyorsun diye elmanında seni sevmesi şart mı''
Peki ne yapacaktı şimdi? Kalbi göğüs kafesinden çıkacakken o öylece oturup ,bu muhteşem ana seyirci olacaktı? Gözleri gölgelendi, bulupta kaybetmek ne demekti çok iyi biliyordu.

-Ey Gönül !Şimdi sorarım sana, hangi Aşk daha büyüktür..? Anlatılarak dile düşen mi, anlatılmayıp yürek deşen mi?-
Şems-i Tebrizi

∞ SONSUZ ∞Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin