Uzun bir süre sonra, Alain'in güçlü bedeninden yavaşça aşağıya doğru süzüldüm. Gözyaşlarımı görmesin diye başımı eğik tuttum.
"Andre." dedi tanıdık kalın erkeksi bir ses. Arthur, olmalıydı. Sonra Alain'in adını söyleyerek onu da selamladı. Yüzümdeki yaşları dikkat çekmemeye çalışarak sildim, ardından yönümü çevirdim. O yine en son gördüğüm gibiydi. Gerek kıyafetleri, gerek saç şekli. Gözlerinin kızıllığı karanlıkta bile belli oluyordu.
"Merhaba, Sima." dedi, dostça bir gülümsemeyle.
"Kuzenimi kaçırdılar." dedim bir anda. Gülümsediği için sinir olmuştum. Bu sanki içinde bulunduğumuz duruma bir hakaret gibiydi.
"Ne?" Yüzü aniden soldu. Gözlerini hemen Alain'e çevirdi. Bir süre dikkatle baktıktan sonra "İnanmıyorum." diye mırıldandı. "Bu kadar ileri gidebileceğini tahmin edememiştim."
"Hangi cehennemde kalıyorsa, bulmamız gerek." diye sabırsızca hırladı Andre.
"Bir kere daha hırlarsan, boynunu kırarım!" dedi Alain, elimi tutan eli kasılırken.
Arthur ikisine de aldırmadan konuştu. "Kolye-"
"Bende." dedim sözünü heyecan içinde kesip. "Monica, bunun nasıl kullanacağımı söyledi. "
"Onunla konuştun mu?" diye sordu şaşkınca.
Kaşlarımı çattım. "Evet. Bizi saldırıdan kurtardığı gece. " Başını yavaşça salladı.
"Anladım."
"Keşke burada olsaydı." dedi, Andre nefretle. Sesinden yansıyan duygular hiç hoş değildi. Ama dediği gibi, keşke şimdi yanımızda olsaydı, böylelikle Asena'yı kolaylıkla bulabilirdik.
"Şimdi, onu nasıl bulabiliriz?" diye sordum, karanlıkta ki üç parlak yüze göz gezdirip. Birkaç saniye geçen sessizlik sonrası tepki veren tek kişi Arthur olmuştu.
"Benimle gelin." dedi, arkasını dönüp yürümeye başladı. İki dakika boyunca onu takip ettik. Bizi nereye götürdüğünü bilmiyordum ama harcadığımız zamanın boşa gitmemesi umuyordum.
"Komutan Arthur, bu iyi bir fikir değil." dedi Alain, nihayet duraksayınca.
"Bence oldukça mantıklı. " diye itiraz etti Andre. Bizden bir metre uzakta duruyordu. Zihin yoluyla bir şeyler konuştuklarından şüphelendim.
"Önce kolyeyi deneyelim." Dedi Arthur. Cebinde çıkardığı küçük el fenerini, yakınımızda bulunan ağaç kütüklerinden yapılma masaya tuttu. "Eğer olmazsa ikinci seçeneğin üzerinde tartışırız."
"İkinci seçenekte nedir?"
Hepsi sorumu duymazdan gelse de, Alain onlar kadar ilgisiz değildi. Sadece dişlerini gıcırdatıp, başını başka yöne çevirdi. Avucuna hapsolmuş elimi kımıldatıp bana bakmasını sağladım. O seçenek her neyse onu çok rahatsız etmiş, moralini daha beter düşürmüştü.
"Hadi. Sima!" Komutan - artık ona karşı daha az sempati duyduğum komutan - Arthur seslendi. Alain, sırtıma dokunup, ilerlemem için hafifçe itekledi. Bunu Asena için yapıyorsun diye düşündüm içimden. Çünkü tüm bu şifreli konuşmalara dayanmak çok zordu.
"Kolyeni masaya koymanı istiyorum." dedi, "Haritanın tam ortasına." Gözlerimi devirip, ne ara oraya serildiğine anlam veremediğim Transilvanya haritasına baktım. Çok eskiydi. Deri ve erimiş mum gibi kokuyordu, biraz da küflüydü. Burnumu tıkamamak için kendimi zor tutup, boynumdan pusulayı çıkardım. "Pusula mı?" dedi Arthur, burnunu kırıştırarak. Bu gece bu adam cidden sinirime dokunuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANGIN VE YAKUT
FantasyDeğerli okuyucu, hoş geldin! Bundan tam 11 yıl önce yazmış olduğum kitabı okumak üzeresin Ve dilerim beğenirsin. Sevgiler. * Türünün son varisi ve korkunç bir varlığın soyunu taşıyor! 19 yaşındaki Sima Arweyn, bir gece yarısı akıllara durgunluk ver...