on yedi gün önce

1.9K 277 122
                                    

Yazılmadı filmin sonu. Adını sen koy.

Chanyeol'le birlikte saat gece yarısına doğru gelirken göle gelmiştik. Gölün tamamen gözükmemesini sağlayan büyük ağacın altındaydık. Chanyeol bacaklarını uzatmış, ben de kafamı onun dizlerine gömmüştüm.

Parmağımın tersiyle bacağını okşuyordum. Bir aşağı, bir yukarı...

Onun parmakları kolumda oyalanıyordu, tıpkı küçük bir çocukla oynar gibi oynuyordu benimle.

Sırt üstü dönerek gözlerimi harika gülüşüyle beni seyreden adama çevirdim. Ve bir gülümseme oturttum yüzüme; onun için.

"Chanyeol?"

Sanki bunu bekliyor gibi hemen cevaplamıştı. "Efendim, beyaz tavşan?"

Bir elimi yukarı kaldırarak yüzüne doğru dokunmaya çalıştım, korkarak.

Elim havada fazla rüzgardan titreyen bir yaprak gibi sallanırken vaz geçtim. Kafamı iki yana sallayarak gülümsememi korumaya çalıştım.

"Senden ne zaman vaz geçeceğim biliyor musun?"

Bunu söylediğime inanamıyordum. Ama bir yerlerde ona bunları söylemem gerektiğini de biliyordum. O, kalbimin kırıklarını elime bırakmadan önce.

Tamamen emin olmak istiyordum.

Ondan,

kendimden,

bizden.

Gözlerim tekrar gözlerini bulduğunda kaşlarını çattığını görünce daha çok gülümsedim.

"Her sabaha benimle uyanmak istemediğini anladığımda." Bir süre duraksadım ve gözlerine bakmaya devam ettim. Gözlerinin dolması kalbime küçük küçük közler bırakırken, ben kavruluyordum. Onun bakışlarında, onun sözlerinde, en çok da onda.

"Bana kalbinle bakmayı bıraktığında." Sözlerimi bitirdim ve bakışlarımı gölde yüzen kuğuya çevirdim.

Eğildiğini hissettim ve sonra gelen o tatlı sıcaklığı. Dudakları anlıma değerken o an kendimi kaybetmemeyi diledim.

"Sana böyle şakalar yapmamanı söylediğimi hatırlıyorum. Korkutma beni, beyaz tavşanım. Söylesene ben senden vaz geçebilir miyim?"

Hala kuğuya bakarken konuştum. "Vaz geçme benden."

Bir şey demedi. Geri çekildi ve birlikte kuğuyu izledik. Birkaç dakikanın ardından Chanyeol konuşmaya başladı.

"Sen ki benim gökyüzüm, beyaz tavşanım, içime milyonlarca kelebeği bırakan adam. Nasıl olur da bu küçücük kalbin senin için böyle atmasını, seni böyle delicesine sevmesini sağlarsın? Bazen sana baktığımda kurduğum onca hayalden biri olduğunu düşünüyorum ta ki şeker tadın dudaklarıma ulaşana dek. Benim küçük uyuşturucum. Yanımda ol, ellerimi bırakma." Ellerini ellerime kenetledi. Parmakları parmaklarımın arasındayken kayıp gitmek en doğru seçenek gibi geldi. "Senin yanındayken gözlerimi kapatmaya bile korkarken, sakın gitme benden. Son yazılmadı, beyaz tavşan. Bize bırakıldı. Sonu biz yazacağız. Bu yüzden ortada bir sonsuz olmasa da benim sonsuzum ol, olur mu?"

Ellerimle ellerini daha sıkı kavradım. Chanyeol'e cevap verecekken duyduğum küçük bir çığlıkla ellerini bıraktım Chanyeol'ün. Gerçi o bırakmamıştı ama.

Soojung ve Jongin yanımıza geldiğinde Jongin'in suratında şapşal bir gülümseme vardı. Soojung ise dudaklarını büzerek Jongin'e bakıyordu. Şu anda oldukça tatlılardı. Soojung mahçup bir yüzle bize bakarak konuşmaya başladı.

"Üzgünüm çocuklar. Konuşmalarınıza biraz kulak misafiri olmuş olabiliriz. Bir de konuşmanızı böldük. Gerçekten her şey Jongin'in suçu. Küçük bir çocuk gibi davranıyor. Aslında bunun şaçlarından dolayı olduğunu düşünüyorum. Belki de kahverengiye tekrar dönerse az da olsa olgunlaşır, ne dersiniz?"

Chanyeol'le aynı anda birbirimize döndük ve şaşkın bakışlarımızın altında kahkahayı patlattık. Chanyeol beni kendine çekerek gülmeye devam ediyordu.

"Nefes al güzelim. Bu kadar hızlı konuşmak zor olmuyor mu?"

Herkes gülerken bu duruma gülmeyen tek kişi Soojung'du. Şu an Chanyeol'ün ona dediği 'güzelim' kelimesine bile takılamayacak kadar mutlu ve huzurluydum.

"Chanyeol. Çok kabasın. Halbuki biraz önce aşk böceği gibiydin." Soojung sanki az önce bizi gördüğü kareleri tekrar gözünün getirmiş gibi kahkahayı basmıştı. Demek ki onun da gülebildiği şeyler varmış.

"Zaten en güzel anlarımızı mahvediyorsunuz. Lanet olsun. Belki de şu an diğer aşamalara geçmiştik bile!"

Chanyeol bağırarak söylenirken, ben şaşkınlıkla gözlerimi Chanyeol'e dikmiştim. Tanrım. Bu çocuk neler düşünüyordu böyle?

Ben içimde ufak bir kavgaya girmişken dakikalardır yanaklarımı ısıran rüzgarın yerini uğruna ölebileceğim o büyük eller almıştı.

"Sadece şaka yaptım, beyaz tavşan. Kesinlikle aklımdan o şekilde şeyler geçmiyor." Gözlerine tuhaf bir şekilde bakmış olmalıyım ki devam etti. "Yemin ederim."

Bir şey demeden sadece gülümsedim. Şu an o kadar tatlıydı ki kendinden haberi bile yoktu.

"Hadi göle girelim!"

Göle doğru koşan Jongin'in arkasından Soojung da koşmaya başladı. "Jongin hayır! Yine yakalanıp bulaşık mı yıkamak istiyorsun? Üstelik geçen sefer ağlamışken!"

Tam o sırada su sesi yükselirken Chanyeol'le birlikte kahkahayı bastık. Anlaşılan çoktan göle girmişlerdi.

Chanyeol elimden tutup beni kaldırdı. Bu anı her ne kadar mahvetmek istemesemde göle girmek istemiyordum.

"Chanyeol. İstemiyorum."

"Bir şey olmayacak, beyaz tavşan. Güven bana."

Gözlerine baktım. Yalnızca benim görebildiğim kocaman bir güven görmüşken kollarına attım kendimi. Düşmeyeceğimi biliyordum.

Göle yaklaştığımızda boynuna doladım kollarımı ve birlikte göle girdik. Suyu ayaklarımda hissederken Chanyeol'e daha sıkı doladım kollarımı, o da beni sardı sıkıca.

"Şu beyaz tavşan olayı ne?"

Aklıma gelen soruyu aniden Chanyeol'e yönelttiğimde şaşırmış görünmüyordu.

"Daha sonra, beyaz tavşan. Daha sonra."

Güneş kızıllıklarını gösterene kadar gölün içinde durduk,oyunlar oynadık. Chanyeol'le sarmaş dolaş. Cevabımı sorduğunda yalnızca dudaklarımı yanaklarına bastırdım. Gözlerini yumarak gülümsedi.

Keşke bu anda kalabilseydik.

Train // chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin