Söylese o ben söyleyemem, sevdiğimi.
O ki, beni kelimelerle anlatamayan, yüzüme baktığında suratında ne kadar anlamsız bir gülümseme olsa da gözleri dolan, sabah uyandığında beni yanında göremeyince sesi titreyerek Jongin'in odasına giren adam. Şu an beni hiç umursamadan bu oyunu nasıl oynayabiliyordu?
"Hadi Baekhyun, diğer kolu al. Ölmek istemiyorum."
Bir yandan tuşlara hızlı hızlı basarken bir yandan da bana kızıyordu. O kadar kaptırmıştı ki artık tuhaf sesler çıkarmaya başlamıştı. Sinirleniyor, ellerini saçlarına götürüp onları dağıtıyor ve tekrar kıracak gibi oyun koluna asılıyordu.
Ben ise koltuğun Chanyeol'den en uzak köşesine çökmüş onu izliyordum. Gittiği günden sonra epey toparlanmıştı: dudakları tekrar, eski gül kurusu rengini almış, elmacık kemiklerinin hemen üstü pofuduk bir şekilde şişmişti. Bana sarılırken artık kaburgaları batmıyordu.
Ayağa kalkarak oyun konsolunun fişini çektim. Televizyonun önünde durup ona bakmaya başladım. O da şaşkın bir yandan da sinirli bir şekilde bana bakmaya başladı. Yaptığım şey onu şaşırtmış olmalıydı.
"Ne yaptın? Tam da bitirmek üzereyken?"
Sadece omuzlarımı silktim ve gidip yanına çöktüm. Kemiklerini kıracak kadar sıkı sarıldım. Kollarımın arasından kayıp gitmesinden korkarak. Beni tekrar bırakmasından.
"Sorun ne?" Ses tonu öyle nazik ve yumuşak çıkıyordu ki, yutkunmak o an için en zor şey gibi geliyordu. Boğazıma bir şey oturuyor ve gitmek bilmiyordu.
"Bugün 'ne'lerle ilgili hiçbir şey duymak istemiyorum." Başımı hafif bir açıyla kaldırıp gülen gözlerimi ona çevirdim. Parmağımı burnuna değdirip geri çektim. "Ve bu da 'ne'li bir soruydu, o yüzden kabul etmiyorum, bayım."
Çenesini başımın hemen üzerine bıraktı ve saçlarımı kokladı.
"O zaman ne..."
"Sana 'ne'ler yok demiştim ya!"
Geriye yaslanarak ellerini havaya kaldırdı ve bir kahkaha patlattı.
"Pekala, beyaz tavşan. Sen nasıl istersen öyle olsun."
Gülümsedim ve başını dizlerime yatırdım ardından saçlarını okşamaya başladım.
"Şimdi bana nereye gittiğini anlatmak ister misin?"
Yavaşça başını aşağı yukarı salladı.
"Nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum. Sanırım en derinlerden, yani acılarımdan başlamam gerekecek." Derin bir nefes çekiyor içine, sonra ise sözcükleri sıcak havada asılı kalıyordu. "Annemin güzel, beyaz bir piyanosu vardı. Her akşam piyano çalardı. Bende uykum olsa bile onu dinlemek için büyük salona gider yanına kurulurdum ve onu dinleyerek uyuyakalırdım. Bir gün piyano çalmak istediğimi söylediğimde beni terslemişti ve ilk defa o gün, küçük çocuğun kalbi kırılmıştı, beyaz tavşanım. Birkaç gün konuşmadım annemle. Oldukça kırılmış ve incinmiş hissediyordum. Babam da vardı. O dünyadaki en harika adamdı on dört yaşındaki küçük çocuk için. Tabii, gerçekleri bilmiyordum o zamanlar. Bir süre sonra babam eve geç gelmeye hatta bazı geceler gelmemeye başladı. Annem günden güne daha halsiz düşüyor ve piyano çalmıyordu, çalamıyordu. Babamın eve gelmemesinin sebebi olarak hep annemi gördüm ve ona bağırdım." Sesi titrerken iki parmağımı dudağının üzerine bastırıp onu susturdum. Ama o parmaklarımı öptü. "Şimdi konuşmazsam bir daha anlatacağımı sanmıyorum, küçüğüm."
"Anlatmak zorunda değilsin Chanyeol." Onun üzülmesi isteyeceğim son şey bile olamazdı. Anlatmasada olurdu.
"Ebeveynlerimin birbirlerine çok aşık olduklarını düşünüyordum. Biliyor musun, herkese onların ne kadar büyük bir aşkı olduğundan bahsederdim. Aslında onların ilişkileri çoktan bitmiş. Annemin kanser olduklarını öğrendikleri gün. En kötüsü de ne biliyor musun, beyaz tavşan?" Başımı iki yana salladım ve dolan gözlerimden yaşların taşmaması için büyük bir çaba sarf ettim.
"Babamın çok güzel bir sevgilisi varmış. Bunu öğrendiğimiz gün ablam bir atak geçirdi. Üst kata çıkan büyük merdivenlerde oturmuş ilk kavgalarını dinliyoruk ebeveynlerimizin. Ablamı o şekilde gördüğümde tek bir şey bile yapamadım, ne kadar bağırsamda, içimde fırtınalar kopsada kimse duymadı beni. Onların tartışması bitmişken, babam gidecekken beni gördü: ablamın baygın bedeni kucağımda huzurlu bir şekilde yatarken." Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda saçlarının arasında gezinen ellerimi durdurdum ve başımı koltuğa yasladım. Birkaç damla yanağımdan aşağıya süzülürken, bir şeyler için çok geçti.
"Babam ablamı hastaneye götürdüğünde bir doktor bunun ilk değil birkaç kere tekrar ettiğini söyledi. Küçüktüm, beyaz tavşan. Bazı şeyleri anlamam için zaman gerekiyordu. Ablam annemi ve babamı çoktan biliyormuş ama beni üzmemek için söylemedi, bunun yerine kendini mahvetti. Annem ve babam o günden sonra ablamın üzerine titremeye başladılar, bir oğulları olduklarını unuttular. Ablamı psikiyatrlara götürdüler. Hiç olumlu sonuç vermiyordu. Çoğu doktor ablamdan çoktan umudu kesmişti. Bu yüzden tedaviyi bırakıp, zaman kaybetmek istemediklerini söylediler. Annem o geçen aylar içersinde daha çok çöktü. Babam ise çoktan sevgilisini unutmuş bizimle ilgilenmeye başlamıştı. Bazı geceler birlikte maç izlerdik. O günleri özlemiyor değilim. Bir gün annem evde ölü gibi yatarken babam annemin doktorunu çağırmıştı ve bende gizlice konuşmalarını dinledim. Çok ufak bir şansının olduğunu söyledi. O da hemen ameliyata alınırsa. Babam kabul etti ve annem o gece ameliyata girdi. Babamın kollarında ağlarken bana annemin bizimle kalacağını fısıldıyordu. Ama biliyordum annemin ameliyattan sağ çıkamayacağını, o yüzden ağlıyordum. Ameliyattan çıkan tek şey annemin cansız bedeni oldu."
Gözleri dolmuştu ama ağlamamaya niyetli gibiydi.
"Ablam annemin ölümünden sonra iyice kötü oldu. Babam tamamen sevgisiz birine dönüştü. Tüm duygularını kaybetmiş gibiydi. Sevgilisinden ayrıldı ve kendini tamamen işine verdi. Ablam hastanedeydi ve bensiz uyumak istemediğini söylemiş o yüzden onun yanına gittim, beyaz tavşan. Korkmuş. Hayaletlerden ve diğer her şeyden. Ona sarılıp uyudum. Hayaletlerin olmadığına inandırdım. Beyaz tavşan, onu bir görsen çocuk gibi. Her şeyden korkuyor ve tek sığınağı olan bana sığınıyor."
Chanyeol derince yutkununca konuştum. "Bir gün beni ablanla tanıştır Chanyeol. Onunla tanışmayı çok isterim."
Chanyeol yavaşça başını salladı ve ayağa kalktı.
"Sigara içeceğim, beyaz tavşan. Odamıza git ve beni bekle."
Başımı salladım ve yanaklarımdan defalarca kez öpmesine izin verdim. Keşke daha çok öpseydi yanaklarımı.