seksen beş gün önce

2.4K 324 106
                                    

Şehirler düşsün, sen gitme.

Hava bugün olduğundan daha sıcaktı ve üzerimdeki kazak bu duruma tamamen zıttı. Tamamen sırtıma yapışan kazağı aceleyle üzerimden çıkarıp yatağımın üzerine fırlattım ve banyoya koşar adım ilerlemeye başladım. Gerçekten bu sıcak oldukça bunaltıcıydı. Bir de kaldığımız yurt odası tam güneşe bakıyordu. Şanssızlığım her yerde kendini göstermeyi başarıyordu doğrusu. Banyoya girmeden önce Jongin'in eşyalarını topladığını görmüştüm bir anlam veremesem de çıktıktan sonra soracaktım. Şimdilik rahatlatıcı duşa odaklanacaktım.

Uzun süre duşta kalmak bedenen ne kadar rahatlatsa da zihnen bir o kadar yordu. 

Chanyeol'ü düşündüm, onunla geçirdiğim mutlu zamanları, bana sarılırken kamburlaşan sırtını, kemikli ve uzun ellerinin ellerimi sahiplenici bir şekilde tutmasını, ben uyurken saçlarıma ve alnıma kondurduğu kelebek öpücüklerini, yemek yeyişlerimizi, oturup sohbet edişlerimizi ve diğer tüm şeyleri. Bunları düşünmek Chanyeol'le konuşmam için bir köprü oluşturuyordu bana. Bugün ona birlikte okula gitmeyi teklif edecektim. Onun kabul edeceğini biliyordum çünkü Jongin'in annesi ciddi ciddi Chanyeol'e asılıyordu. Jongin ise bu duruma sadece gülüyordu. Chanyeol nezaketen Jongin'in annesine gülümsüyordu. Açıkçası hoş bir kadındı.

Evet, öyle yapacaktım.

2 haftadır Chanyeol'ü görmüyordum. Özlemiştim bir an önce duştan çıktım ve üzerimi giyindim. Tişört ve şort şu an için harika seçimlerdi. Bir şarkı mırıldanarak banyodan çıktığımda Jongin'in yatağında Chanyeol'ü düşünceli bir şekilde bilgisayar ekranına bakarken gördüm. Beni fark etmemişti bile. Bir şeyler yazıp kızaran gözlerini ovuşturuyordu. Sonra tekrar yazıyordu. Uzun parmakları klavyede hızlı hızlı dolaşırken bacaklarının üzerine attım kendimi. Haliyle, birazcık korktu. Sonra bilgisayarını kenara koyup beni kendisine çekti ve sıkı sıkı sarıldı. Burnunu saçlarımda gezdirirken bir yandan da gül kurusu dudaklarından sözcükler dökülüyordu, ''Seni ne kadar özledim haberin var mı? Sonsuza kadar böyle kalalım istiyorum. Seni çok özledim, seni çok özledim.'' Bir yandan da yüzüme öpücükler bırakıyordu. Ben de sadece onun bu hareketlerine kıkırdıyordum. Kareli gömleğine gömdüm başımı. Özlem kokuyordu. Buram buram özlem kokuyordu, iki haftada unutmaya yüz tuttuğum adam. 

Yavaşça başımı kaldırdım. Gözlerine baktım. Kahverengi gözlerinde öyle bir derinlik vardı ki, gören koca bir okyanus taşır sanırdı, o gözlere bakıp derinliklerine hapsetmek istiyordum kendimi. Zihninin en güzel köşesine kurulayım istiyordum. Ağzımdan seni seviyorum demek yerine, ''Ben de seni özledim,'' çıkmıştı. Bu bile ona yetmiş gibi konuşmadı sadece biraz daha baktı gözlerime. Gözleri o kadar fazla anlam taşıyordu ki, çözemiyordum. Her şey birbirine giriyordu. Bir yerden sonra tıkanıyordum.

Ne o konuştu, ne de ben. Sonra sessizlik rahatsız bir hale gelince konuşma kararı aldım. Biraz daha ona bakarsam ağlayacağımı biliyordum. Bakışlarımı aşağı indirip bir yandan ellerim ile oynarken 2 haftadır aklımı kurcalayan soruyu sorma cesareti buldum. 

''Okula trenle gidelim mi?'' 

Güldü. Öyle güzel güldü ki, aklımı kaybedecek gibi oldum. Yavaşça başını salladı. ''Gidelim, beyaz tavşan. Gidelim.''

Hazırlanıp yurt binasından çıktığımızda Chanyeol boğazına sardığı siyah atkıyı bana doladı. "Bu sıcakta ne atkısı?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

''Üşüyüp de hasta olmanı istemiyorum.''

Güldüm. ''Niye senin başına kalırım diye mi?'' Duraksadım ve aklıma gelen şeyle yürümeyi kestim. ''Senin Jongin'in yatağında ne işin vardı? Jongin nereye kayboldu?''

Elimi tutup kırmızılaşan parmak boğumlarımı okşamaya başladı kemikli eli. Eriyip gideceğim sandım bu dokunuşla. Ya da sıcaktan. Gerçi hava esmeye başlamıştı ama bu bir şey değiştirmezdi.

''Yurt müdürüyle takılacağımızı söylediğimi sanıyordum?'' Chanyeol tek kaşı havada bana bakıyordu.

Çığlık atarak yerimde tepinmeye başladım. Eliyle ağzımı kapatmaya çalıştı ama etrafımda dönmeye başladığım için bu oldukça zordu. Yani sadece iki seçenek vardı; ya benim kaldığım odaya taşınmıştı, ya da benim kaldığım odaya taşınmıştı. Ama bu sevincimi daha fazla göstermek istemediğim için suratımı astım ve yürümeye başladım. Bir yandan da söyleniyordum. Her ne kadar rol yeteneğim sıfır olsa da. ''Düşündüğüm şeyi yapmadığını söyle, Park?''

Chanyeol arkadan gelerek bir kolunu omzuma doladı ve beni kendine çekti. İçten içe bu duruma ne kadar sevinsem de şu an için erkendi. Kulağıma yaklaşarak sıcak nefesini üfledi ve konuşmaya başladı, "Galiba öyle yaptım, beyaz tavşan."

Asıl her şey birkaç dakika sonra olacaktı. Ya saatlerce sevinecek, Chanyeol'le uyuyacak ve onun kalp atışlarını dinleyecektim ya da saatlerce Chanyeol'ü unutmaya çalışacak ve kendi sessizliğimi dinleyecektim.

İstasyona geldiğimizde Chanyeol'ün elini bıraktım. Ve birlikte trene girdik. Saniyeler sonra koşarak dışarı çıktım. Chanyeol şaşkın bakışlarla bana bakıyordu. Bağırarak, ''Bir şeyimi unutmuşum, sen git ben sonra gelirim!'' dedim.

Ve yapılan anonsla birlikte kalbim ağırlaştı. Chanyeol tam kapının önünde durmuş bana bakıyordu. Gözlerinde adlandıramadığım bir şey, farklı bir duygu vardı.

Daha fazla bu manzarayı izlemeyi göze alamayarak gözlerimi kapattım. Trenin kapılarının kapanma sesi duyulurken içimden lütfen, lütfen, lütfen diye yalvarıyordum. 

Eğer o, bu trenden inerse ona aşık olmaya başlayacaktım.

İnmezse, onu unutacaktım.

Trenin gidişini, arkasında bıraktığı rüzgardan anlamıştım. Kahverengi saçlarım dağılmıştı ellerimle onları düzelttim. Yere bakıyordum. Tüm umutlarım o trenle birlikte gitmiş...

''Baek, çabuk ol. Yetişmem gereken dersler var.''

Sesini duyduğumda ne yapacağımı bilemedim parmaklarımın üzerinde durarak kollarımı boynuna doladım ve binlerce kez teşekkür ettim. 

Train // chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin