Tenim adını üşüyor.
Chanyeol ile Jongin'in odasına gidiyorduk. Parmaklarımız birbirine kenetlenmişti. Sanki birbirimizin gideceğinden korkarak tutuyorduk.
Odaya girdiğimizde hiç beklemediğimiz bir manzarayla karşılaştık. Üstsüz bir Jongin, bir ütü masasının üzerine eğilmiş, yakası düğmeli, pembe bir gömleğe saldırıyordu. Büyük bir coşkuyla ütü yaparken alnından ve göğsünden aşağı ter süzülüyordu; sağ kolu ütüyü gömleğe öyle kuvvetli bastırıyordu ki nefes alışı neredeyse yaşlı profesörlerinkini ikiye katlamıştı.
Biz bir şey demeden açıkladı, "Bir randevum var. Hem de oldukça acil." Soluklanmak için durdu. "Nasıl ütü yapıldığını, biliyor musunuz?"
Pembe gömleğe yaklaştım. Gençliğini güneş banyosuyla geçirmiş yaşlı bir kadın gibi buruşmuştu. Keşke Jongin her kıyafetini buruşturup çekmecelere tıkmak yerine daha düzenli olsaydı. "Sanırım sadece düğmeye bastırıp, gömleğin üstüne bastırıyorsun, değil mi?" dedim.
"Ah Tanrı'm. Sigara içmem lazım. Sigara içmem lazım ama Soojung'un annesiyle babasını gördüğüm zaman pis kokamam."
Chanyeol beni kendine çekti ve kolunu omzuma sardı. Dokunuşu bile başımı döndürürken, kokusunun ne yaptığı meçhuldu.
Kulağıma yaklaşıp fısıldadı. "Aradan sıvışmaya ne dersin, beyaz tavşan?"
Sıcak nefesi kulağımın yan tarafına çarptıkça kendimi kaybedeceğimden korkuyordum bu yüzden ondan biraz uzaklaştım.
"Onu bu halde bırakmak istemiyorum."
Sonra Jongin'in yanına ilerledim. Şu an o kadar umutsuz duruyordu ki kollarımı ona dolamak istedim. Ama Chanyeol buradayken bunu yapamazdım. Hala Jongin'i kıskanıyordu. Ben de yapabileceğim en iyi şeyi yaparak hiç bilmesem bile ütüyü elime alıp gömleğin üzerinde bastırarak gezdirdim. Birkaç dakika sonra iyi gibi gözüküyordu, en azından daha iyi.
Jongin'e gösterdiğimde memnun olmuş olacak ki üzerime atlayıp yanaklarımı sulu sulu öptü. Ben ise onun bu tavırlarına kıkırdıyordum. Küçük bir çocuk gibiydi. Onu mutlu ettiğim için çok sevinmiştim. Ve ne yazık ki Chanyeol birkaç dakikada aklımdan çıkmıştı. Onun varlığını hatırlatan şey Jongin'in sert bir şekilde üzerimden alınıp yatağa atılmasıydı.
Vay canına. Sevgilim gerçekten de havalıydı.
Jongin şok olmuş ifadesiyle bir Chanyeol'e bir bana bakıyordu. Zavallı, çilek Jongin.
Kahkaha atmak istesemde ortam oldukça gergindi.
"Sana bir daha böyle şeyler yapmamanı söylemiştim Jongin!" Chanyeol adeta bağırarak konuştuğunda ben bile yerimde korkmuştum. Şu an tüm katın bizi dinlediğine yemin edebilirim.
"Ben de sana Baekhyun'un ile kardeş gibi olduğumuzu söylemiştim!" Jongin de Chanyeol'e bağırarak karşılık verdiğinde ne kadar araya girmek istesem de, vaz geçtim.
"Lanet olası bir kardeş değilsiniz ama." Chanyeol bu sefer daha sakin bir şekilde söylemişti. Küçücük olaylarda kendini kaybetmesinden hiç hoşlanmıyordum ama bunu ona hiç söylemedim.
Jongin oflayarak gömleği eline aldı ve Chanyeol'e bakmadan konuştu. "Bir randevum var ve seninle kavga edip gecikmek en son istediğim şey bile değil Chanyeol."
"İsabet olur." Chanyeol yanıma gelip önce yanağımı sonra da dudağımı öptü. Ben de ona karşılık verdim.
Jongin sonunda gömleği giydi. Hala kırışıktı. Gömleği küçük, pembe flamingolardan oluşan yatay çizgilerle bezeli, mavi bir kravatla eşleştirdi.
"Babamın bana öğrettiği tek şey," dedi Jongin, elleri çabucak kravatı kusursuz bir düğüm haline getirirken, "kravatın nasıl bağlanacağıydı. Ki bu çok acayip çünkü kravat takmak zorunda olduğu bir anı hayal edemiyorum."
Hemen ardından Soojung kapıyı çaldı. Onu daha önce birkaç kere görmüştüm. Ama Jongin bizi hiç tanıştırmamıştı. Chanyeol'ün ise onu tanıyıp tanımadığından bile emin değildim.
"Tanrım, en azından gömleğini ütüleyemez miydin Jongin?" diye sordu. "Anne ve babamla dışarı çıktığımızı bildiğini sanıyordum." Mavi yazlık elbisesinin içinde, müthiş görünüyordu. Uzun, açık sarı saçları bir topuz oluşturacak şekilde toplanmıştı, yüzünün her iki yanından bir tutam sarkıyordu. Bir film yıldızı gibi görünüyordu.
"Elimden geleni yaptım, tamam mı?"
"Jongin, alıngan olunca fazla huysuz görünüyorsun."
"Kavga etmeden kapıdan çıkamaz mıyız?"
"Sadece söylüyorum. Bu opera. Annemle babam için önemli bir mesele. Her neyse. Gidelim."
Bir an için bu odanın içinde buharlaşıp yok olmayı diledim. Soojung kapı eşiğinde duruyordu; bir eli kalçasına dayalıydı ve diğeri de arabasının anahtarlarıyla, hadi gidelim, dermiş gibi oynuyordu.
"Size de merhaba Chanyeol ve Baekhyun," diyerek sahte bir gülümseme ile bize el salladı. Chanyeol hiç ilgilenmiyor. Jongin'in masasının üzerindeki çiçeğin yapraklarını koparıp başıma yerleştirip, tekrar alıyordu. Ben de Soojung'a el sallayıp merhaba dedim.
"Smokin giysem bile annenle baban benden nefret ederdi!" diye bağırdı Jongin.
"Bu benim suçum mu? Onları kışkırtıyorsun!" Arabanın anahtarlarını Jongin'e doğru tuttu. "Bak, ya şimdi gidiyoruz ya da gitmiyoruz."
"Siktir et. Seninle hiçbir yere gitmiyorum," dedi Jongin.
"İyi o zaman. İyi geceler." Soojung kapıyı o kadar sert çarptı ki Jongin'in kitablarının en kalınlarından bir tanesi kitaplıktan düştü. Ve çarpılan kapının yankısı pat diye bir ses çıkartarak döşemlerde yankılandı.
"AHHH!" diye bağırdı.
"Soojung bu demek," dedim.
"Evet."
"Hoş birine benziyor."
Chanyeol ve Jongin aynı anda güldüler sonra Chanyeol konuştu. "Ya, tabii, hoştur."
Jongin mini buzdolabından bir kutu süt çıkardı. Yüzümü buruşturdum. "Süt mü içeceksin?"
Jongin yan ağız sırıttı. "Bundan sana bahsetmeliydim. İçinde içki var. Müdür odalara kontrole geldiğinde çakmıyor. Anlarsın ya."
Başımı iki yana sallayıp. Chanyeol'ün göğsüne yaslandım. Gözlerim kapanmaya niyetliyken Chanyeol'ün saatine baktığını gördüm.
"Hadi, beyaz tavşan. Gitmeliyiz."
Kafamı ona çevirdim. Sadece gözlerinin içine bakıyordum. Konuşacak halim bile yoktu.
"Odamıza," diyerek beni Jongin'in odasından çıkarttı. Jongin'e veda etmedim. Çünkü sızmıştı.
Odaya giderken tek kelime çıkmadı ağzımızdan. Boş koridoru ayak seslerimiz doldurdu. Ben ve Chanyeol'ün.
Odanın önüne geldiğimizde Chanyeol'e sarıldım. O da bana sardı koca bedenini.
"Bizim odamız. Sen ve benim."
Sonra boş koridorda yankılandı kahkahası. Elimde olsa kahkahasını bir kavanoza saklardım.