Kuşları anladım da senin kanatların yok nasıl uçtun da gittin?
Aradan geçen zamanda Chanyeol çok fazla yorulmuştu. Sorduğumda sadece ufak işlerim var cevabını almıştım. Fazla kurcalamamak en iyisi diyerek bir daha sormamıştım ama Chanyeol günden güne sanki biraz daha eriyordu. Beyaz cildi bir ton daha beyazlaşmış, yanakları çökmüş ve gözleri sürekli kızarıktı.
Onun bu halini gördüğümde içim gidiyordu ve gidip patates kızartması alıyordum. Zorla birkaç tane yedirebiliyordum daha fazla midesinin almadığını söyleyip beni kibar bir şekilde reddediyordu, surat astığımı görünce de artık bir tık daha güçsüz olan kollarını etrafıma dolayıp yanaklarıma öpücükler konduruyordu.
Ona bir şey diyemiyordum bile. Sadece yanına kıvrılıyordum. Yıldız ve ay desenli yorganımızla önce onu sonra da kendimi örtüyor ve o bilgisayarıyla uğraşırken onu izliyordum. Tatlı uyku beni kollarına çekerken rüyamda bile onu görmeyi dileyerek uykuya dalıyordum.
Sabah uyandığımda Chanyeol'ü pencerenin yanındaki koltukta kafası sağ omzuna düşmüş bir şekilde gördüm. Onu bu kadar halsiz görmek içimde bir yerleri un ufak ediyordu, kimsenin haberi olmadan. Hemen kalkarak koltuğun yanındaki battaniyeyi üzerine örttüm. O sırada gözlerini açtı. Korkmadım diyemem. Korktum böyle aniden bir de koluma yapışınca.
"Sen ne zaman uyandın?"
"Şimdi."
Biraz yaklaşıp dudaklarını dudaklarıma değdirdi ve geri çekildi. Öpmediği için birazcık üzülsemde bir şey demedim ve kollarımı boynuna dolayarak yaptığı şeyi izlemeye başladım. Birilerine mail yolluyordu.
"Sen iyi misin?"
Kafasını yukarı doğru kaldırdı ve gözlerimin içine bakmaya başladı.
Okyanusta boğulmak böyle mi hissettiriyor? Üstelik ben yüzme bilmiyorken onun okyanuslarında yüzmeye çalışmışken.
Öyle güzel bakıyordu ki, kendimi dondurma gibi hissettim ve güneşin altında eridiğimi. Bu bakışları karşısında gözlerimi kaçırdım. Bakışları ağlamama neden olacak kadar güzeldi. Karşısında ağlamak istemiyordum.
"Ne o? Çok mu kötü görünüyorum?"
Güldüm. Ne kadar aptal olduğuna ve ona karşı hissettiğim şeyleri gösteremeyeşime.
"Evet. En kısa zamanda kendime yeni birini bulmalıyım. Tam bir zombi gibisin. Hiç aynaya baktın mı? Belki de hemen senden ayrılmalıyım ha?"
Gözlerine baktığımda ilk defa korkusuna şahit oldum, hem de o söylemeden. En büyük korkusu ben miydim? Gözlerindeki saf korku içimin titremesine yetmişti bile.
Kollarını bana sararak kucağına düşmemi sağladı o an. Sanki bir milim kıpırdamamdan korkarak sardı bedenimi ve kelebek öpücüklerini kondurdu kahverengi saçlarıma.
"Böyle şeyler söyleme."
Sesi titriyordu Chanyeol'ün. Bir an ağlayacak sansam da beni öylece sardı ve ağlamadı.
"Sadece şaka yapmıştım."
Şimdi dudakları çenemin üzerindeydi ve titriyordu.
"Şaka bile olsa, böyle şeyler söyleme, beyaz tavşan. Yumruk kadar kalbimin o büyük korkuyu nasıl taşıdığını biliyor musun? Sakın gitme benden. Nefes aldığımda kokun içime dolacak kadar yakınımda ol daima."
Bir şey söylemeden onu da yatağa sürükledim ve birlikte sırtlarımızı yatağın başlığına dayayarak bir şeyler yapmaya başladık. O yine maillerini kontrol ederken, ben Eleanor ve Park'ı okuyordum.
Kitabın yarısına geldiğimde oldukça sıkılmıştım ve çekmecenin gözünden sigara paketini ve çakmağı çıkardım. Sigarayı yaktım ve dumanı birkaç kez içime çektim.
"İster misin?"
Chanyeol'e sorduğumda sadece elini yorganın üzerine, tam dizlerimin üzerine bıraktı, ben de gülümseyerek ona doğru yaklaştım ve elinin üzerine öpücük kondurdum.
Chanyeol korkarak elini çekti. Ne yaptığımı anlayınca da bilgisayarı yanına bırakıp beni göğsüne bastırarak uyumaya çalıştı.
Belki o uyumuştu ama saatler geçmesine rağmen ben uyuyamamıştım.
Birkaç dakika sonra yatakta bir kıpırdama oldu ve yataktan kalkıp üzerini değiştirdi. Sırt çantasının içine gelişi güzel bir şeyler attı ve bu tarafa geldiğini görünce gözlerimi kapatıp seslere odaklandım. Bir kağıt yırtma sesi ardından gelen kalemin kağıdın üzerinde çıkardığı hışırtı.
En son alnıma bir öpücük bıraktı ve gitti...
Bir şey diyemedim.