Bölüm 10: Bu kokuyu biliyordum.

1.5K 136 17
                                    

"Hellööğ, sevimli balkabağı çörekleri! Efsane geri döndü. "

Shi Ah hiç tarzı olmayan kumaş kalem etek-ceket takımı ve abartılı ingiliz aksanı ile yolun karşısında belirince Jinyoung ile aynı anda adım atmayı bırakarak olduğumuz yerde kalakaldık.

Ben kuzenimdeki değişimi ağzım açık bir şekilde izlerken arkadaşımın da benden pek bir farkı yoktu.

Shi Ah stiletto ayakkabılardan çıkan tak tak sesi eşliğinde yolun karşısına geçip yanımıza gelirken, sağ kolumla Jinyoung'u dürttüm.

"Ondan hala hoşlanıyor musun?" Diye fısıldadım alayla.

"Evet." Dedi anında saf aşıklar gibi. Sonra da "Hayır! Yani demek istediğim ben Shi Ah'dan hoşlanmıyorum." Dedi hemen. Yüzünü sahte bir yapmacıklıkla burusturarak bana baktı. "Nerden çıkarıyorsun böyle şeyleri. "

Ona; söylediği sözlerin hiçbirine inanmadığımı belli edercesine hıh yaptim. Kaç yıllık dosttuk sonuçta. Cidden anlamayacağımı mı sanıyordu?

Herşeyi bildiğimi fark eden Jinyoung kızararak Shi Ah'ya dönünce kıkırdadım.

Benim aksime o karşımızdaki tabloyu gülümseyerek izliyordu. Bizim deli kızın başdöndürücü stil değişimini tatlı bulmuştu anlaşılan.

Kuzenim hayatta herseyin denemesi gerektiğini savunurdu hep. Bu yüzden sürekli stilini, yaşadığı sehri, arkadaş ortamını değiştirip dururdu.

Bense onun tam tersiydim. Sahip oldugum şeylerle aramda bağ kurardım ve onlardan kolay vazgeçemezdim. İkimiz taban tabana bu kadar zıtken olağanüstü bir şekilde iyi anlaşmamız ise gerçekten ilginç bir durumdu.

Shi Ah yanımıza geldiğinde bana sıkıca sarıldı. Burnuma dolan parfüm kokusu o kadar yoğundu ki bir an kokuların insanı öldürme yetkisine sahip olduğunu düşündüm. Benden sonra Jinyoung'a geçti.

Fakat bizim kız Jinyoung'a sarıldığında arkadaşım bundan da rahatsız olmamıştı. Aisshhh... Bu çocuğun aşık hali beni deli ediyordu.

Somurtarak ikisini aceleyle ayırdım ve yol kenarındaki kafelerden birine yönlendirdim. Su an en son görmek istediğim şey flört eden bir çiftti. Üstelik ben bu durumdayken.

***
Sevmek ve sevilmek...

İnsanı insan yapan duyguların başında geliyordu bence. Bir insani, bir çiçeği, bir resmi ya da havayı... Sevmek için o kadar çok sey vardı ki etrafımızda... İnsanlarin bunca şey içinde nasıl nefret duygusu taşıdığını anlayamıyordum.

Kafede biraz vakit gecirdikten sonra Jinyoung ile Shi Ah'yı başbaşa bırakmak için bir bahane uydurup önce kalktım.

Yün montumun bile beni ısıtamadığı bu soğuk günde dışarıda olan bir ben vardım sanırım. Jinyoung yaptığım fedakarlığın büyüklüğünü anlasa iyi ederdi. Zira bi taraflarım donuyordu.

Kendime ders çalışabilecegim baska bir kafe bulma umuduyla cadde de yürümeye başladım.

Bugün hava oldukça kasvetliydi. Benim ruhum gibi.

Geziden döndüğümüzden beri Sehun'dan kaçıyordum. Onu gördüğümde yolumu değiştiriyor, derste mümkün olduğunca göz teması kurmuyor, gerekmedikçe aynı ortamda bile bulunmuyordum.

Bir süre benimle iletişim kurmayı denemişti Sehun fakat sonra vazgeçmişti. Artık o da bana yokmuşum gibi davranıyordu.

Hareketleri canımı acıtsa da bunu niye yaptığımı az çok biliyordum. Ona aşık olmuştum çünkü ve korkuyordum.

Bana fiziksel zarar verip vermeyeceğini bile bilmezken beni korkutan şey olduğu kişinin kalbimi kırma olasılığıydı. Can güvenliğim umrumda bile değildi.

***

Shi Ah ve balo...

Iki kelimeyi yan yana getirince aklıma ağustos ayında Sehun'la ilk defa karşılaştığım balo günü geliyordu.

O gün ben çok heyecanlıydım Shi Ah ise bıkkın, yorgun ve mutsuzdu. Bugün ise tam tersiydi. İçimde bi gram maskeli baloya katılma isteği yoktu. Ne ara bu kadar motivasyonu düşük biri olmuştum ben?

Sızlanmanın ve oyalanmanın bana fayda sağlamayacağını idrak eder etmez kalkıp hazırlandım. Günü bitirmenin başka yolu yoktu çünkü.

Balo salonuna vardığımızda gözlerim otomatikman onu aradı. Sanki bir yerlerden bir şiir okuyarak fırlayacakmış gibi hissediyordum.

Gözlerimle herkesi tek tek incelerken birden önümde beliren babama şaşkınlıkla baktım. Yaninda daha önce hiç görmediğim bir adam vardı.

Babama soran bakışlarımı yönlendirdim. İlk defa beni bir erkekle tanıştırmak için yanıma kadar geliyordu.

Daha sonradan öğrendiğim bilgilere göre adı Robin olan bu kişi Amerikada önemli bir şirketin başkanıymış. Fakat onda beni rahatsız eden birşeyler vardı.

Bu yüzden bana yaptığı dans teklifini nazikçe geri çevirmeye çalıştım ama babam hiç de yardımcı olmuyordu. Bu adam evde kalacağımdan falan mı korkuyordu yoksa?

İçimden söylene söylene dans pistine dogru yürürken babama ters ters baktım. Daha sonra hesaplaşacaktık.

Robin ile pistin ortasinda dans duruşunu aldığımızda bana imalı bir şekilde sırıttı. Ne tür anlam içerdiğini çözemesem de bu gülüşten hoşlanmamıştım. Bu herif beni cidden rahatsız ediyordu.

"Sizin gibi güzel bir bayan neden yalnız merak ediyorum."

Vals müziğinin notaları giderek yavaşlayı tekdüze bir hal alırken Robin'in sorusu ile ona döndüm. Buradaki yalnızlıktan kast ettiğini anlamıştım.

"Fazla merak iyi değildir. " diyerek huysuzca yanıtladım. Ama cevabımdan tatmin olmamıştı. Israrla devam etti. "Hala merak ediyorum."

Yüzünde beliren o garip gülümsemeyi görünce sabırla dişlerimi sıktım. Sürekli yalnız yalnız demesi sinirimi bozuyordu.

O an "Ben yalnız falan değilim. Sevgilim var." deyiverdim. Ağzımdan çıkan cümle beni bile şaşırtsa da çaktırmadım.

Robin soylediklerimi inandırıcı bulmuş gibi durmuyordu. Bu cümle üzerine yüzündeki pis sırıtış genislemis, dans müziği ise son bulmuştu.

Aceleyle pisti terk etmeye niyetlendigim sırada bileğimi tuttu. Ona ne yapıyorsun sen bakışı atmak için kafamı çevirmişken güçlü bir bedeni arkamda hissettim.

Bu kokuyu biliyordum. Tanıyordum. Oh Sehun sol elini belime koyup beni hafifçe kendine çektikten sonra Robin' in elini iterek sert bir tonda konuştu. "Bir daha kız arkadaşıma dokunursan seni öldürürüm. " Ardından büyük bir nefretle ekledi. "Robin! "

***

Su kızın güzelliği beni öldürüyor ya. Nasıl tatlı değil mi?

Bu bölüm biraz acele oldu. Kusura bakmayın : /

Fairytale • Sehun •Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin