Roni ve Arven i pikabıma binip yangın yolunda takip etmeye başladım. Önce yangın yolundan çıkarıp köyün içine getirdiler beni , yol kenarındaki derme çatma bakkalın önünde bir kaç dakika durdular. Sonra köyden çıkıp yayla evimin olduğu yola girdiler anlaşılmıştı dostlarım yayla evine gitmek istiyorlardı. Yayla evim kamp kurduğum ormanın güneyindeki dağ yamacının tepesine yakın bir yerdeydi. Evin önüne geldiğimizde her ikiside durdu. Bana "hadi ne duruyorsun gir içeri" der gibi baktılar kamp malzemelerimi indirdim ve evin bahçesine girdim. Telefonumu elime aldım eşimi arayacaktım. Ama ne diyecektim eşime şu 2 günde yaşadıklarımı anlatsam inanırmıydı , sanmam bu nedenle anlatmamaya karar verdim ve tuşlara bastım. Eşim telefonu ilk çalışında açtı ve ben konuşmaya başlamadan "hemen eve gel neredesin tuhaf olaylar oluyor Mersinde " neredeyse ağlayacaktı. " Tamam hemen yola çıkıyorum dairemizdeki tüm yiyecekleri ve içecekleri topla kıyafetlerinizi de alın geliyorum" dedim. Roni ve Arven yayla evinin bahçesinde kendi yerleri olan sedirlerin üzerine yattılar ve bana sen git biz buradayız der gibi baktılar. Bir kere daha dostlarımdan ayrılacaktım.
Pikabı son hız kullandım virajlı dağ yollarında bir o yana bir bu yana savruluyordum , eşimin endişeli sesi beni çok etkilemişti. 2 saat sonra Mersindeki apartmanın önündeydim, buraya bir türlü ev diyemiyordum. Aşağıdan tekrar eşimi aradım sen yukarı gelme biz iniyoruz deyip 5 dakika sonra apartmanın kapısında belirdiler. 2 saat içinde 3 bavul hazırlamış 2 çuvalda yiyecek malzemesini hazır etmişti. Bu kadınlar istediklerinde ne kadar hızlılar diye düşündüm. Arkadaşlarla bir yemeğe gitsek en son giden hep biz olurduk. Bavulları ve çuvalları pikabın kasasına yerleştirdik. Oğlum hala şaşkındı bilgisayarından ayrıldığı için itiraz eder diye bekliyordum ama hiç bir tepkisi yoktu. Eşim "Roni nerede Arven nerede" diye bir çığlık attı "merak etme yayla evindeler"dedim yüzü sakinleşti. Oğlum "neler oluyor" baba diye sordu. Kafam karma karışıktı şu an hele araç kullanırken anlatacak durumda değildim. "Sabırlı olun yayla evinde her şeyi anlatacağım" dedim. Eşime telefonda söylediklerini hatırlatıp nedir bu tuhaf olaylar dedim. Eşim" Tüm şehir sadece insanlara kalmış gibi bilirsin çevredeki tüm sokak hayvanlarına mama veririm 3 gündür bir tanesi bile ortada yok belediyeyi aradım onlarda ilgileri olmadığını söylediler daha sonra ağaçlardaki kuşlarında olmadığını fark ettim ve telaşlandım hepsi bu" dedi.Pikap la şehrin gürültülü caddelerinde ilerlerken insanlara baktım hiç biri olanların farkında değildi son derece normal bir şekilde öfkeli suratları ile yürüyüp gidiyorlardı. Mutsuzdu insanlar bunu biliyordum hissediyordum tüketmek artık mutlu etmiyordu belkide bundan vahşileşiyorlardı. Şehirden hızla çıkıp dağ yollarına geldiğimde nefes alıp vermem ve telaşım düzelmişti. Oğlum sessizce etrafı izliyordu eşimde yanında olduğumdan kendini güvende hissetmiş olacak ki uykuya dalmıştı.
Yayla evinin önüne geldiğimde Roni ve Arven hızla pikabın önüne geldiler eşimi ve oğlumu gördüklerine sevinmişlerdi. Eşim ve oğlumda pikaptan inip dostlarımızla sarmaş dolaş oldular. Roni beni anladığına sevindim der gibiydi. Eşyaları indirdik yayla evine yerleştik. Akşam olmuştu eşim "açmısın "dedi son üç gündür doğru düzgün yemek yemediğimi o an hatırladım ve evet dedim. Yemek hazırlığına başlandı.
Yemekler yenip çaylarda içildikten sonra eşime gel dedim üst kat verandasından sana bir şey göstereceğim. Çıktığımızda eşim çığlık attı" ne yapmışlar bu güzelim ormana" dedi .Üst verandamızdan şantiye alanı görünüyordu ve tam anlamıyla katliam yapılmıştı binlerce ağaç artık yoktu. Ormanın olmaması demek hayvanlarında olmaması demekti. Bu katliamlar ülkemin ve dünyanın dört bir köşesinde sürekli yapılıyor ağaçlar kesiliyor ,dereler kurutuluyor, denizlerin üzerine yol yapılıyordu. İnsanlar bu katliama doymuyordu bir türlü. Bir kaç çevreci örgüt sesini yükseltse siyasiler biz" 1 milyon ağaç diktik le başlayıp, hani nerede dediğimizde, aha şurada asfalt yol kenarlarında deyiveriyorlardı. Yol kenarlarındaki ağaçların doğal yaşama ne tür bir faydası olabilirdiki ,bunu söylemeye zaten zaman kalmıyor dayağı yiyordunuz. Yayla evinde bilgisayar internet yoktu teknolojik olarak eski tip bir televizyon, bir radyo, buzdolabı birde jeneratör vardı. Oğlum sıkılmıştı bu nedenle televizyonu açtı haberleri dinlemeye başladı bu da neydi şimdi bizim oğlan haber dinliyor anlaşılan ergenliğin oflamaları puflamaları geçiyordu. Haberlerde bir kadın heyecanlı heyecanlı denizlerdeki balıkların kaybolduğunu balık çiftliklerindeki balıklarında bir şekilde ağları yırtarak kaçtıklarını anlatıyordu şu an bilim adamları balıkları arıyormuş. Bu haberden sonra bir çiftlik evini gösterdi televizyon oradan da çiftlik hayvanları sırra kadem basmıştı. Hah dedim fark etmeye başladılar ama haberler burada bitti insan sadece yediklerinin kaybolduğunu görmüştü ya diğer canlılar onları ciddiye alan yoktu.
Biraz tv izlemek banada iyi geldi ruhum durulmuştu. Normalde dün geceki çatışmanın beni çok huzursuz etmesi gerekirdi ama tuhaf bir şekilde sakindim hatta bir tane zibidiyi öldürdüğüme seviniyordum sanki.Tavuk kesemeyen ben adam öldürmüştüm ve bundan hiç bir rahatsızlık duymuyordum. Olanları eşime anlatmadım telaşlanmasını istemedim sadece şantiyenin huzurumu kaçırdığını söyledim o kadar. Yaylaya böyle apar topar gelmemizin nedeni olarak ta kaybolan hayvanların beni endişelendirdiğini bu nedenle burada daha güvende olacağımızı söyledim. Saat ilerledi ve 23.00 gibi eşim ve oğlum yattı. Onlar yattıktan sonra evin küçük odasına gidip pompalı tüfeğimle tabancamı çıkardım. Yıllardır orada öylece duruyorlardı uzun zamandır dokunmamıştım. Silahları sevmem insan ve doğa arasındaki dengeyi bu demir parçaları bozmuştu. Bahçeye çıkıp kapı gıcırtılarını engellesin diye aldığım makine yağını buldum bahçedeki sedire oturup silahları yağladım kurşunları ve fişekleri saydım ne yapıyordum ben savaşa mı hazırlanıyordum. İç güdülerimle hareket ediyordum anlaşılan. İşim bitince pompalı tüfeği oturma odasına götürdüm tabancamıda belime taktım. Tekrar bahçeye çıkıp erik ağacının altındaki sedire oturdum. Roni ve Arven ben silahları temizlerken beni izlediler sedire oturunca da birisi bir yanıma diğeri öteki yanıma uzanıp sırtlarını bana dayadılar. Koruma gibi davranıyorlardı. Gökyüzüne baktım yağmur tüm tozu, kiri, pası temizlemişti berrak bir havada yıldızlar çok net görünüyorlardı. Tüm bu dinginlikle beraber Roni ve Arveni yanımda hissetmek bana güven veriyordu.
Yayla evimin etrafındaki evlerde tek tük ışıklar yanıyordu insanlar son yıllarda yayla evlerine yaz aylarında bile gelmiyordu artık neredeyse bu dağ başında yalnızdık diyebilirim. İnsanlar doğar doğmaz bir kurala tabi oluyor şunu yapma bunu etme oraya girme gibi bir sürü talimat ile öğrenim görüyor sonra askerlik gibi tek sıra rap rap yürümeyi öğreniyor son olarak ta korkunun kendilerini koruyacağını düşünerek 18 yaşını tamamlıyorlardı. Buradaki kilit sözcük galiba korkuydu küçücük bir hamam böceğinden yılandan derin denizden gökyüzünden şimşeklerden dağlardan ve en önemlisi birbirlerinden ölesiye korkuyorlardı. Korkularının ruhlarına verdiği rahatsızlıktan kurtulmak için yaşları küçükken önce bir sopa biraz büyüyünce bir bıçak ve yetişkin olduklarında ise ateşli silah ediniyorlardı. Hayvanlar hiç bir zaman silah kullanmazlar, ruhlarında korku da yoktur ölüm zamanı gelince bunu sessizce kabullenirler. Doğa böyle emreder. Ölümü kabullen, yaşamı kabullen. Ancak bu şekilde ruhun huzurlu olur. Korku dünyanın başına gelen en büyük felaketti, ölüm korkusu insanları öldükten sonrada yaşayacaklarına inandırmıştı. Ölümden sonraki yaşam da ödül olacaktı . Korkuları ve hiç ölmeyecek olma inancı zamanla öyle bir hal aldı ki tüm varlıkların insan için yaratıldığı algısı oluştu. Sonrada hiç ölmeyecek gibi bir tüketme ve tüketileni üretme telaşı sardı insanları. Dolayısıyla doğa çok hızlı bir şekilde yağmalandı. Birbirlerine olan korkuları ise zirve yaptığında savaşlar çıktı savaşlarda ölenlere de her iki tarafta kahraman dedi. Beklenen sıfatta yerine oturmuştu "kahraman" ne yüce bir kavramdı. Doğanın kuralları tüm çıplaklığı ile karşılarında dururken korkuları yüzünden 10000 yıllık insanlık tarihinde savaşsız geçen bir tek yıl olmadı. Vahşice öldürme duygusunun bu kadar yoğun yaşandığı ruhların insan bedeninde bulunması bir tesadüf değildi sanırım. Bende bu vahşete karşı koyarken çok korkmuş ve birisini öldürmüştüm. Tüm bu vahşeti yok etmenin yolu insan ırkının silinmesi ile mümkün olabilirmiydi.
Düşüncelerim insanların doğaya yaptıkları zulme doğru kaymaya başladı. Mersinde ilk oturduğum sitelerden birinde yönetici site çevresindeki tüm kedileri çuvalın içine koymuş ve denize fırlatmıştı. Bunu gördüğümde önce denizdeki kedileri kurtarmış sonrada sırılsıklam bir şekilde yöneticiyi fena halde dövmüştüm. İçimdeki şiddete engel olamamıştım ve kendimi mahkemede buldum. Hakime kedilerden ne kadar söz ettiysem de ceza yemekten kurtulamadım ne de olsa dövdüğüm insan , öldürülmeye çalışılanlar ise kediydi. İşin ilginç olan yanı durum site genel kurulunda gündeme geldiğinde kat maliklerinin % 90 ı ölümle yüzleşen kedileri değilde yöneticiyi haklı bulmuş ve beni kınamışlardı. Dünyanın genel durumu da aynen bu şekildeydi.
Verandada uyuya kalmışım. Sabah 07,00 gibi ölümcül bir sessizliğe uyandım. Eve girdim eşimi ve oğlumu uyandırdım. İşe gitmem gerektiğini ayrımsadım ama olağanüstü bir takım olayların olacağı hissi işe gitmeme engel oldu. Bir kaç gün daha yaylada kalmak iyi olurdu. Roni ve Arven çok huzursuzdu. Üst verandaya çıktım şantiye alanı hareketlenmeye başlamıştı. Bu günün dünyanın değişeceği gün olacağından habersiz eşimin hazırladığı kahvaltıya oturduk. Radyoyu açtık haberleri dinlemeye başladık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dünyada Hayvan Olmak
Short StoryDünyada Hayvan Olmak March 8, 2016 Bu gün 08,03,2016 Salı günü. İlk yazımı yazmak için bilgisayarın başına oturdum ve yukarıdaki başlığı attım. Aslında dünyada hayvan olmanın zorluklarını burada bir müfettiş edasıyla sıralaya bilirim hatta her satır...