Bir sabah uyandığınızda artık rüya bitmiştir. Yıllarca emek verdiğiniz, asla şüphe bile duymadığınız bir ilişki sona ermiştir. Bu sadece sıradan bir bitiş değildir. Aldatılmışsınızdır.
Bunun kimsenin başına gelmemesi, en büyük temennim. Aldatılmak, insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden birisi şüphesiz. Aldatılmak demek, bir anda dünyanın ortasında yapayalnız kalmak gibi bir şey.
En acı olanı da, her şeyin sinsice yapılmış olması belki de. Şu ana kadar ihanete uğrayan insanlarda gördüğüm en dayanılmaz acı, her şeyin sinsice gerçekleşmiş olmasının verdiği rahatsızlıktır. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranışlar, her zaman ki gibi devam eden birliktelikler. Ve daha sonra, ceketin cebinde ya da cüzdanında bir not, gömleğinin üzerinde bir ruj lekesi, ceketin üstünde bir saç teli ve başka bir tene ait bir koku... İlk önce bunun bir tesadüf olması düşüncesi, ardından değişen tavırlar ve sonra da her şeyin ortaya çıkması.
Aldatılmak, sadece kadın erkek ilişkilerinde değil, hemen her durumda karşımıza çıkabiliyor.
Eğer eliniz kızgın sobaya dokunduğunuzda bir kere yanmışsa, artık kızgın sobaya asla dokunmazsınız.
İhanetle sona eren bir ilişki, tıpkı kızgın sobaya dokunmak gibidir. Bir kez ihanete uğradıysanız, artık insanlara bakışınız büyük oranda değişecektir.
Birisine borç vermişsinizdir ve alamamışsınızdır. Artık birisi sizden borç istediği zaman, eski deneyiminizi düşünür ve bundan kaçmak istersiniz.
Elbette ki bu böyle olmak zorunda değil. Eğer hatalarınızdan ders almışsanız, o zaman aynı hataları bir kez daha yapmazsınız. Neleri farklı yapmanız gerektiğini öğrenmişsinizdir. Nelere dikkat etmeniz gerektiğini görmüşsünüzdür.
İhanete uğramak demek, bir insan için bütün değerlerinin zarar görmesi anlamına gelir aynı zamanda. Çünkü hayatta en çok güvendiğiniz kişiden, sevdiğiniz insandan böylesine bir darbe almışsınızdır. Eğer hayatta en çok güvendiğiniz insan böyle yapıyorsa, herkes aynı şeyi yapabilir diye düşünmeye başlarsınız. Bu gerçek bir yıkımdır adeta.
Suç işleyen insanlar hakkında biraz daha detaylı düşündüğünüzde, benzer bir şeyin onlarda da olduğunu görürsünüz. Bugün tüm dünyada, "Sokak çocukları" diye adlandırılan bir kitle var. Ben bu tanıma kesinlikle katılmıyorum. Onlar sokakların çocukları değil, bizim çocuklarımız. Onlardan çoğu kişi nefret eder, onların yanına bile yaklaşmak istemez çoğu insan. Çünkü onlarla ilgili pek çok kişinin kafasındaki imaj, onların her türlü suçu işleyebilecekleridir. Onlar gasp yaparlar, onlar kapkaç yaparlar, onlar hırsızdır, onlar kavgacıdır. Ama kimse onlarla ilgili bir gerçeği ne yazık ki asla düşünmez.
Bir insan neden sokakta kalır ki? Onlara neden sokak çocuğu denir? Kimdir bunun sorumlusu? Kim onları bu hale getirmiştir?
Bu çocukların pek çoğu, anne babasını hiç görmemiştir bile. Bu çocuklardan pek çoğu, anne babası tarafından, yetiştirilme yurduna ya da bir cami köşesine terk edilmiştir. Bu çocukların çoğu, hayatta en çok güvenebilecekleri kişiler tarafından, hayatın acımasız kollarına bırakılmıştır. Şimdi vicdanınıza şunu sorun, eğer siz de onlardan birisi olsaydınız, hayatta en çok güvendiğiniz insanlar hakkında ne düşünürdünüz? İnsanlara güvenir miydiniz? İnsanları sever miydiniz?
Hayatta kendilerini en çok seven insanlar bile onlara bunları yapabiliyorsa eğer, ya diğer insanlar neler yapabilir?
Hayata ve insanlara karşı kocaman bir öfkeden başka bir şey değildir onları motive eden.
Onları motive eden tek şey, sokakların karanlığıdır.
Eğer siz bir çamurun içindeyseniz, papatya tarlalarını göremezsiniz.
Bu çocuklar ya da bu insanlar, çamurun ortasına batmış ve birilerinin onları kurtarmasını beklerken, toplum onların üzerine biraz daha çamur atıyor. Herkes dışlıyor onları. Herkes onlardan korkuyor, kaçıyor. Bir sokak kedisine bile daha çok değer veriyor çoğu insan.
Onlara acımak ve onlardan kaçmak dışında, bir avuç bilinçli insandan başka hiç kimsenin bir şey yaptığı yok ne yazık ki.
Bu çocuklar, hayattan ve insanlardan nefret etmiş durumda. Çünkü onlar, sevginin ne olduğunu asla bilmiyorlar. En sevdikleri tarafından, bataklığın ortasına bırakılan bu çocukların, bütün hayat değerleri yok olmuş durumda. Onlardan ne bekliyoruz ki? Onların yok ettiğimiz değerlerini kendilerinin yaşatmalarını mı? Onları karanlığın ortasında bırakarak, kendi yollarını bulmalarını mı?
Eğer siz de, hayatınızın herhangi bir döneminde, herhangi bir sebepten dolayı yıkıldığınızı fark ederseniz, benim yaptığımı yapın. Kendinize şunu sorun, "Acaba bu, ne gibi muhteşem bir şeyin başlangıcı olacak benim için?" Belki o anda bunu cevaplamak size çok saçma gelecektir. Ama kendinize sormaya devam ettikçe, mutlaka doğru cevabı bulacaksınız.
Düşünceler, zincirleme bir reaksiyon başlatır ve birbirine benzeyen düşünceler birbiri ardına zihnimizde şekillenmeye başlar.
Bilinçaltımızda iki tane büyük kuyu olduğunu varsayalım. Bu kuyulardan birisi siyah, diğeri de beyaz kuyu olsun. Siyah kuyuda, bizi mutsuz edecek, bizim canımızı sıkacak bir şeyler olduğunu düşünün. Siyah kuyuda çamur var, siyah kuyuda pis sular var. Onun yanına gitmek bir yana, uzağından bile geçmek istemezdiniz. Ama beyaz kuyu çok farklı. Beyaz kuyunun içinde, bizi mutlu edecek, bizi güçlendirecek bir şey var. Beyaz kuyunun içinde, şifalı, tertemiz bir su var.
Tam karşınızda iki tane kuyu var. İçlerinde neler olduğunu biliyorsunuz. Ancak sizin elinizde de bir tane kova var. Aynı anda, yalnızca bir kuyuya sarkıtabilirsiniz kovanızı.
Kovayı hangi kuyuya sarkıtmak isterdiniz? Siyah mı, yoksa beyaz mı?
Bilinçaltımızdaki kuyulardan çektiğimiz şeyin ne olduğu, kovayı hangi kuyuya sarkıttığımıza bağlıdır. Eğer siyah kuyuya sarkıttıysanız kovanızı, beyaz kuyudaki şifalı suyu içemeyeceksiniz. Sürekli karamsar düşünüyorsanız, güzel şeyler düşünmeniz mümkün değildir.
Kuyulardan istediğimiz şeyi almamızı sağlayan kova ise, bilinçli olarak verdiğimiz kararlardır. Mutlu olmaya karar verdiyseniz, mutsuz olmayı reddetmişsiniz demektir. Güç kuyusundan bir şeyler çektiyseniz, zayıflık kuyusunu görmezsiniz bile. Başarıyı tercih ediyorsanız, başarısızlığı tanımazsınız artık. Bu her zaman böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır.
Gemileri yakmak böyle bir şeydir işte. Artık eskiye dönüş yollarını kapatmaktır.
İhanete uğrayan birisi için en büyük zorluk, bu olumsuz düşünce girdabından çıkmaktır. Saplanıp kalırsanız eğer bu duyguya, o zaman siyah kuyunun içine düşmüşsünüz demektir. Gerçek hayatta bataklığa saplanmaktan bir farkı yoktur bunun.
Eğer kovanızın siyah kuyudan çektiklerinizle dolduğunu görürseniz, yapacağınız şey, aldıklarınızı siyah kuyuya boşaltmak ve sonra kovanızı beyaz kuyudan bir şeyler almak için oraya bırakmak olmalı.
Olumsuz düşüncelerden, karamsarlıktan kurtulmanın tek yolu, yeni ve güçlü düşünceleri zihnimize yerleştirmekten geçer.
Eğer kişisel değerinizi ve özsaygınızı korumayı başarabiliyorsanız, bir şeyler kaybettiğiniz fikrine kesinlikle kapılmazsınız. Aksine bu bakış açısı sizin, "Onlar beni kaybetti" demenizi sağlayacaktır.
Son nefesimizi verinceye kadar, hiçbir şey kaybetmiş sayılmayız. Ama son nefesimizi verdiğimiz anda, kaybettiğimiz şey, hayattır...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aldatmaya Gittim Dönücem (Raflarda)
RomanceBu kitap, Mustafa Çay'ın "Aldatmaya Gittim Dönücem" adlı basılmış kitabının bir özetidir. Telif hakları gereği kitabın tamamını yayınlayamıyoruz. Kitap içeriğinin yaklaşık üçte birlik kısmını bu hikayede bulabilirsiniz. Basılı kitabı Türkiye'deki tü...