2

342 170 32
                                    

Kırk beş dakika boyunca Bella'nın beni terkettiği parkın tam ortasında çakılıp durmuşum, bunu karşımda siyah bir şemsiyenin altından beni seyreden, yaşlı ihtiharın uyarması sonucu öğrenmiştim.

"Evladım kırk beş dakikadır seni izliyorum, ne yapıyorsun bu soğukta burada? Gel içeriye hadi, sıcak bir şeyler iç"

Yaşlı adam, beni yaklaşık on metre arkamdaki kafeye davet etmişti. Kulaklarım, zihnim ve tüm vücudum bu ihtiyarın ses tonuyla açılmıştı. Üstüm başım su içindeydi, muhtemelen yarın büyük bir hastalığı tenimde sezecektim. Yağmur tüm hızıyla devam ediyordu, yağdıkça yağıyordu ve hava soğudukça soğuyordu. Tenimin soğukluktan morarma derecesine geldiğini hissetmiştim.

Ayakkabılarım su çekmişti, yuvada ki ayak parmaklarım donmuş gibiydi. Eğer biraz daha hareket etmezsem, olduğum noktada ortadan ikiye kıralacaktım. Hele ki burnum kırk beş dakika önce, Pompei Dağı gibi yanıp tutuşurken, şimdilerde Everest'in soğukluğu ile yarışıyordu.

Bella'nın, bu parktan çıkıp gitmeden önce bana numarasını verdiği kağıt aklıma geldi. Kağıdı cebime atmıştım, lanet olası kağıdı yağmurlu havada cebimden çıkarır çıkarmaz, bakmaya koyuldum da.. Bakmaya koyulamadan gökyüzünden şimşek gibi düşen lanetli bir yağmur damlası, ufak kağıdı baştan sona ıslattı.

Yağmur damlası, üzerinde mavi mürekkep ile yazılı numarayı silip yere damlattı. Bella'nın telefon numarası yere düştü, yağmur suyunun arasına karıştı. Yağmur suyunda kayboldu numarası!

Parkın içinde, büyük bir çığlık kopardım. Gökyüzünün kahpeliğine okkalı bir küfür savurarak, hızla kentin iki kilometre ilerisinde ki Tren İstasyonu'na son sürat koşmaya karar verdim ve parkan hızla çıkarak koşmaya başladım.

Yağmur koca şehri evlerine dağıtmıştı, sokaklarda kimseler yoktu. Tren İstasyonu'na giden en kısa caddelerden hızla koşarak ilerlemeye koyuldum. Ben koştukça paçalarım ıslanıyor, ayak parmaklarım soğuk suyun azizliğiyle vaftiz ediliyordu. Eminim ki ayak parmaklarımın büyük günahları olsaydı, Tanrı bunu hiç düşünmeden affederdi ve şundan da eminim, Tanrı bugün beni sevmiyordu, ne kadar ıslanırsa ıslansın, bugün o suyla yıpranan parmaklar affedilmeyecekti.

Büyük ve kalabalık bir caddeye dalıp, koşuşumu daha da hızlandırdım. Arabalar bu caddeden yanımdan bir şimşek gibi geçiyor, geçtiklerinde oluşan ses kulaklarıma ilişiyor ve ayrıca geçtikleri yerlerde bulunan beni, baştan aşağıya ıslatıyordu. Bu lanet olası araç sahipleri benden birer-ikişer okkalı küfür kazanıyordu. Biri de durup özür dilemiyordu.

Caddenin etrafında ki binaların pencerelerinden insanlar caddede ki beni izliyor, koşuşuma gülümsüyorlardı. Kimisi içtiği sigaranın izmaritini üzerime doğru fırlatmaya çalışıyor, kimisi "Yardıma ihtiyacın var mı?" gibisinden sorularla bana sesleniyordu.

Bu caddeden kurtuluyordum, az sonra ışıkların kırmızı yandığı durağa vardım. Bu bölgeden yönümü sol tarafa çevirip, biraz daha koşmaya devam ettim. Kalbim ve birkaç organım yorgunluktan sanki krize doğru adım atıyor, beynim ve birkaç kas sistemim bana durmam gerektiğini söylüyordu, ama ben bunların hiçbiri dinlemiyor, yaklaşık iki yüz metre ileride ki görünmeye başlayan Tren İstasyonu'na hızla koşmaya devam ediyordum.

Giyindiğim beyaz penye artık yoktu, yoktu dediğim şöyle yoktu; yağmurdan telef olmuştu ve renk değiştirerek şeffaflaşmıştı. Tenimin esmer rengi, şeffaflaşan penyemin ardında, poşetin içinde ki ekmek gibi belli oluyordu. Eski halinden bir eser yoktu penyemin.

Giyindiğim elbiseler o kadar ıslanmıştı ki, koşmam iki kat daha zorlaşıyordu.

Bella.. Bella.. Aklım onda, aklım onda... Beni yaşarken öldüren insanda aklım. Ben ilk defa ölüyorum bugün, yaşım henüz on yedi.

"Ben ilk öldüğümde on yedi yaşındaydım" demek istemiyorum, ilerde.

Bella'yı sadece yedi kere gördüm, birinci görüşümde okuldan eve gidiyordu, ben onu izliyordum. İlk duyduğum duygu çok tatlıydı, içimde kelebek etkisi oluşmuştu ve sanki sıcak bir şeyler boğazımdan tüm vücuduma dökülmüştü. İkinci görüşümde evinin adresini öğrenmiştim, bizim evin bulunduğu caddenin sonundaymış, hiç uğramadığım ve yolunu hiç tutmadığım bölgeydi. Kim bile bilirdi ki bundan sonra o bölgeden ayrılamayacağımı. Üçüncü görüşümde onunla tanıştım. Bir sabah evinin önünde bekledim, tüm cesaretimi toplayıp ona karşı tüm duygularımı anlattım. Neyim var-neyim yok, herşeyimi anlattım ve ona benimle bir ömrü paylaşması için ufak bir teklifte bulundum. "Düşüneceğim" cevabını verdi ve gitti. Dördüncü görüşümde cevabı olumlu olmuştu, o kadar çekingendiki beni ne zaman görse utanırdı ve daha da güzel olurdu. Beşinci görüşümde birbimize daha yakın davranmaya başladık, beşinci günümüz neredeyse baştan sona beraber geçti. İlk sarılış, ilk el ele tutuşmamız, ilk öpüşmemiz, ilk saçma sapan işler yaptığımız. Kısacası neredeyse tüm ilklerimizi o gün yapmıştık. Onu altıncı görüşümde, okuldan gelirken ağladığını ve gözlerinin kızardığını gördüm. Yanına gittiğimde evlerinin önündeydik, "Konuşmak istemiyorum, yarın sabah parkta buluşalım olur mu?" deyip evine girmişti. Yedinci görüşüm ise daha kırk beş veya elli dakika önce yaşanmıştı. Bu koşuşum onu sekizinci görüşüm içindi.

Bella'nın numarasını silen o lanet yağmur ve arkadaşları, onu yedinci görüşümde başlamıştı. Bana hiçbir şey söylemeden gitmesi, içimde ki sonbaharları canladırmıştı.

Sonunda Tren İstasyonu'na varmıştım, bir tren duracağı peron da durmuş, yolcu alıp indiriyordu. Güne yağmurlu bir havanın hakim olmasına rağmen, insanlar bu trenin yolcu alan kısmında bir artık çöplük gibi birikmişti. Şaka gibiydiler, çoğu siyah giyinmişti, renkli giyinen birkaç çocuk ve birkaç müzik sanatıyla ilgilenen koca sakallı adamlar hariç. Bir çoğu arka kısımda bir çatının altında sigara tüttürüyor ve havayı kitletiyordu. İnsanlar deli gibi trene biniyor veya trenden iniyordu. Tren kalkmak üzere arkalardan, Babalı-Kızlı bir ikili Trene koşarak bindi. Onların yüzünü daha dikkatli görebilmek için kalabalığın yanından sıyrıldım. Pencereden dışarıya bakan gözü yaşlı Bella ile gözlerimiz birbirine çarptı. Sağ elinin beş parmağını açarak pencereye dayadı, göz yaşlarının oluşturduğu kalkanı gözlerini çırparak attı ve daha çok ağlamaya başladı. Trenin içi tıklım tıklımdı, bu pencerenin önünden başka bir yere gidemezdi. Babası kızını görmüştü ve sessizce ağladığını anlayıp görünce de; "Neyin var?" gibisinde dudaklarını oynatmıştı.

Bella bana bakmaya devam etti, babası da kızının baktığı yöne bakınca da beni gördü. Hiç birşey demedi babası, kafasını bir sağa-bir sola çevirerek önüne döndü. Tren hareket etmeye başlamıştı, bacaklarım istemsizce ilerliyordu trenin gittiği yöne doğru, kollarım önümde ki azalan kalabalığı bir sağa, bir sola ittiriyordu.

Arkamdan "Önüne baksana be gerizekalı" veya "Hey sen derhal buraya gel ve benden özür dile" gibisinden laflar duyuyordum.

"Önüme baksazsam ne olacak adi herif" veya "Sen kimsin de ben senden özür dileyeceğim, ahmak herif!" gibisinden alternatif cevaplar içimden geçiyordu, bir alt yazı gibi.

Adımlarım trene oranla hızlanıyordu, bir anda koştuğumu farkettim. Tüm kalabalık arkamdan beni izliyordu. Ayaklarımın bastığı yerden etrafa sular bir bomba gibi sıçrıyor, oluşan ses etrafımda ki insanların kulak zarlarını kirletiyordu. Peron'un bittiği bölgeye varmıştım, bir an duraksadım bir karar vermeliydim, koşmaya devam mı etmeliydim yoksa durmalı mıydım?

Yaklaşık bir metre boyunda ki üstü sarı-siyah çizgilerle dekore edilmiş, altı gri renk ile boyalı duvardan atlayarak, tren raylarının sol tarafında ki otlak ve çakıl taşlarıyla dolu, lanetli uzun bir yoldan koşmaya devam ettim. Tren yaklaşık on metre ileriden ilerliyordu, aramızda bu denli mesafe varken ve bu denli hızlanırken tren, onu yakalamam imkansızdı. Ama ufak bir fiziksel işlemle yönümü sol tarafa çevirip biraz hızımı arttırırsam, Bella'yı uzaktan bir kere daha görebilirim. Öyle yaptım, hızımı arttırarak soluma hafiften dönmeye başladım, üzerinde koştuğum çakıl taşları ve büyük taşlar, ciddi anlamda canımı acıtıyordu. Bilirsiniz işte hava soğuk, yerler ıslak, ayakkabı da öyle pahalı bir marka değil, bir de bu denli taşlık alanda koşunca, insanın ister istemez canı acıyor. Artık koşmaktan bir dermanım kalmamıştı ve sonunda onun beni izlediğini gördüm, en son gördüğüm manzara da buydu. Daha sonra ise bomboş arazinin ortasına dikilmiş bir Şeftali Ağacı'nın gövdesine çarpmamla bayılmam bir oldu.

Vote ve yorumlarınızı bekliyorum, iyi günler.

Kelebeğin GecesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin