10

100 35 7
                                    

Gözlerimi tekrardan açtığımda, bir hastanedeydim. Daha önceden bu hastaneyi çok iyi tanıyordum. Bir yoğun bakımı odasındaydım ve vücuduma farklı farklı kablolar takılmıştı. İyi de bu oda.. Bu oda..

İhtiyar'ı en son burada ölürken görmüştüm. Lanet olsun! Bu oda İhtiyar'ın öldüğü oda. İyi de o öldü mü? Yo hayır, hayır! Olamaz, o ölmemeli! O ölmeyi haketmiyor!

Uzandığım yatağa hapsolmuştum, göz kapaklarım hariç, hiçbir yerimi oynatamıyorum. Oda da taze bir hava mevcuttu, galiba hemşire odamın penceresini açmıştı. Ayak parmaklarımın ucunun hizasında, hemen sağ da ki pencere sonuna kadar açıktı. Birazdan odamın kapısı tıklatılıyor, içeriye beyaz önlüklü sarışın bir hanım giriyordu. Boynunda bir stetoskop, bir eli cebinde, diğer elinde ise sarı bir not defteri ile odaya giriyor, ilk önce camı kapatıyor daha sonra ise yanıma yaklaşıyor, elinde ki not defterini hemen baş ucumda ki masaya bırakıyor, daha sonra elini cebine atarak, bir alet çıkarıyor ve bu aletle gözüme ışık tutarak gözlerime bakıyordu. Bu işini bitirdikten sonra masaya bıraktığı not defterine bir şeyler yazıyor ve taze dudaklarını birbirinden ayırarak konuşmaya başlıyordu;

"Her gün iyiye gidiyorsunuz, bu şekilde devam ederse; bir haftaya taburcu olursunuz."

Zar zor dudaklarımı aralayarak, can çekişe-çekişe konuşmaya başladım;

"Kaç gündür buradayım?"

Genç Hemşire, gözlerini etrafta gezindiyor ve daha sonra benim ayaklarımdan-gözlerime kadar olan vücudumu süzüyor en sonunda ise konuşmaya başlıyordu;

"Yaklaşık bir aydır buradasınız"

Bir ay mı? Yuh, ne ara geçti o kadar zaman. Ben en son bayılırken hiç bu kadar uyuyacağımı veya bu kadar zamanın geçeceğini sanmıyordum. Bu kadar zamanın geçeceğini bilseydim hiç uyumazdım. Gözlerimi o gün hiç kapatmazdım. Lanet olsun bir ay nasıl oldu da geçti!

Artık dudaklarımı ayıramayacak kadar yorgun hissediyordum. Gözlerim kendiliğinden yavaşca kapanmaya başlıyordu. En son duyduğum şey ise; bir kapının kapanış sesiydi "Tak".

Gözlerimi tekrardan açtığımda hava kararmıştı ve bu kez odaya farklı bir hemşire gelmişti. Geçen ki gelen sarışın hemşirenin yaptıklarını yapıyor ve kapıya doğru gidiyordu, uzun siyah saçlı hemşire. Lanet olası gözlerim, tekrardan kendiliğinden kapanıyordu.

Gözlerimi tekrardan açıyordum, ilkten görüntü biraz bulanıktı, daha sonradan iyice netleşti. Bu kez ellerimi hissediyordum, kendime yavaştan geliyordum artık. Odanın içinde ki havayı sonuna kadar ciğerlerime nüfus ettim. Gözlerim odayı baştan aşağıya talan ediyor ve uzanmaktan artık belimin tutulduğunu hissediyordum. Bu bel ağrısına dayanamıyordum, üzerimde ki kabloların ucunu tutarak hepsini birer birer söktüm, daha sonra ise sol böbreğimin üzerinde ki beyaz kanlı, gazlı bezi gördüm. Galiba kazadan sonra olmuştu. Bana giyindirdikleri önü açık uzun elbisenin, arkasında asılı duran uzun kumaş sayesinde, ön tarafı sıkılaştırıyor ve çıplaklıktan kurtuluyordum. Kendimi yataktan zar zor atarak, duvarlara yaslanıyor kapının eşiğine duvarların sayesinde sürünüyordum. Birazdan kapıyı genç sarışın hemşire açıyor, beni ayakta yarı-baygın görünce hemen telaşlanıyor, elindekileri bir masaya hızlıca koyup, kolumun altına giriyor ve beni geri yatağıma götürüyordu. En son yatağa düştüğümü hatırlıyordum, yataktan kalkamıyordum. Aradan ne kadar zaman geçti hiç bilmiyorum ama ben bu lanet hasteneden kurtulamıyordum. Siktiğimin zamanı geçmiyordu ve sanki yıllarca buradaymışım gibiydi.

Bir daha ne zaman uyanacağımı bilmiyordum ve bunu bile bile zorunlu bir şekilde tekrardan uyuyordum!

Yetmiyordu zaman, anlatacaklarıma ama işte zaman ayırmıyordu kendisinden bir parça, benim anlatacaklarıma.

Gözlerim tekrardan açıldığında oda da ki hava bir ayrı güzeldi. Dışarıdan içeriye yağmur kokusu giriyordu, bu kokuyu, açık olan pencereden alıyordum. İçeriye bir hemşire giriyor ve yüzüme gülüyordu. Daha sonra ise konuşmaya başlıyordu.

"Müjde böbrek nakli başarılı geçti! Yakında taburcu olacaksınız!"

Geçmiş ayılmalarıma oranla, bu kez daha da dinçtim. Daha da kendimdeydim, konuşacak değil yürüyecek enerjim bile vardı.

"Ne böbreği, ne diyorsunuz siz?"

"Kaza geçirdiğiniz gün böbreğinizin teki kullanılamayacak şekildeydi, bizde onu aldık. Yeni bir organ aradık ve bu organın sahibi sizden önce burada can veren İhtiyar adamındı. İmzaladığı bir belge sayesinde onun böbreğini size naklettik. Aslında onun böbreği size tam oldu."

"O benim babam gibiydi, ne yani o öldü mü?"

"Üzgünüm"

"Hayır.. Hayır.. O ölmemeli.. Hayır olamaz, baba! Lanet olsun, lanet olsun..!"

Uzandığım yatak bana dar gelmişti, bir yandan öfkem zirveye uzanıyor, bir yandan gözyaşlarım benden habersizce akmaya başlıyordu.

Kimim, kimsem kalmamıştı şu Dünya'da. Sevdiğim herkes sanki benden uzaklaşıyordu.

En zoruda neydi biliyor musun sevgili okur?

En zoru, ben ölmüşüm ve beni yaşıyor sanmaları. En zoru, ben bir şiirin kafiyesiz bitişiydim. En zoru, nefes alınmaması gereken yerde, en derin nefesi almamdı. Zor olan yaşamaktı, okur. Sor bakayım kendine "Harbiden insanların yaşadığı yerde sen yaşıyor musun?" bu sorunun cevabı eğer "Yaşamak mı?" ise bendensin. Bu gece bendensin!

Ben annemi veya babamı hiçbir zaman hatırlar bir vakit gözlerimle göremedim. Ben teyzemi, sevimli köpeğimi, ihtiyarı ve sevdiğim kızı kaybettim. Bu ne demek? Bu 27 yaşında ki biri için kaçıncı ölümü, biliyor musunuz?

Ve ben ilk öldüğümde 17 yaşındaydım.

Cenazemi kaldırmadılar ama işte..

Ömrü hayatımda bir insan gelip de kapımı hiçbir zaman çalmadı. Tanımadığım bir insan bile bana bir selam vermedi. Bella hariç hiçbir güzel kız arkadaşım olmadı veya marka giyinen yakışıklı erkek arkadaşım. Ben bu yaşıma kadar hep tek yaşadım ve sanki kendi dünyamdan hiç çıkmadım. Uğur böceği hiçbir zaman vücuduma konmadı, konduysa da ben göremedim.

Ama bir kelebeğin, kötü bir gece de yanımda ölüşünü izledim. Kahverengi ve mavi olmak üzere iki kelebekten mavi olanı sol koluma, kahverengi olanı sağ koluma kondu. Kanatlarını çırpmaktan vazgeçtiler bir an, öldüler... Ve vazgeçiş o vazgeçiş. Bir daha asla çırpamadılar.. Ve o gece; Kelebeğin Gecesi'ydi.
Dostlarım o gece bu geceydi...

Hastaneden ayrılıyordum, ihtiyarın ve kendimin tüm masraflarını, kredi kartımda kalan son parayla ödemiş, hastane önünde ki mavi sandalyede oturmuş sigara içiyordum. Daha sonra bu sevimli kelebeklerin sağımda ve solumda ölüşünü gördüm, hissettim ve inanın bana, bu gece sadece onlar ölmemişti. Bu gece bende ölmemiştim, siktiğimin gecesinde herkes ölmüştü, koca bir şehir, koca bir Dünya ve koca bir Gezegen ölmüştü.

Oturduğum yerden can çekişe çekişe kalkarak evime giden karanlık yolu, hasta ve yorgun bir vaziyette yürümeye başladım. Tüm yol boyunca tek başımaydım, insanlar evlerine çekilmiş, sokakta ki hayvanlar bir köşede uyuya kalmış ve sadece bitkilerin arasından gelen böcek uğultuları geceyi süsler olmuştu. Eve vardığımda, elime aldığım su şişeleriyle çınar ağaçlarının oraya gitmeye koyuldum. Ve oraya vardığımda, çınar ağaçlarından tekinin bir dalı kırılmıştı...

Kelebeğin GecesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin