12

70 27 5
                                    

20 yıl sonra...

Bella'nın yokluğuna ait toplamda yirmi adet roman, üç yüz tane de şiir yazmıştım. Ülkenin en iyi yazarı olmuştum, Dünya genelinde ise bir başka yazarla baş başa yarışıyorduk.

Sokağa çıktığım zaman insanlar beni görüyor ve benimle bir fotoğraf çekilmek için birbirlerini eziyorlardı. Sosyal medyada takıldığım zamanlarda, insanlar romanlarımda ve şiirlerimde kurduğum cümleleri paylaşıyorlardı. Çok büyük birisi olmuştum, cümlelerim şehrin duvarlarına yazılmıştı. Çoğu kişi beni tanıyor, sayıyordu.

Bir Bella görmüyordu beni, beni bir o saymıyordu!

Yazdığım romanlardan yirmisi filme dönüşmüştü kısa sürede. İnsanlar benim kaleme aldıklarımı, bin bir dertle yazdıklarımı, oturdukları yerden izliyorlardı. Oysa ben onları en siktiri boktan bir zamanda ve en lanetli gecelerde içim yana yana yazmıştım. İçimin sesiydi bu yazdıklarım, dışarıya ancak böyle vurabilirdi. Daha acılarımın bir kısmını yazamadım, daha acımın ne olduğunu kestiremedim.

Çünkü acı bir ihtimal bendim; çünkü ben kendimi tanımıyordum!

Benim sırtım, Dünya'nın en uzak yeriydi! Sen Dünya'nın en uzak yerinde sırtını bana dayamalıydın! Ama yoksun, sırtım açık. Yaramın ne kadar fazla olduğunu veya hangi derecede ne halde hiç bilmiyorum, bildiğim bir şey varsa o da artık; "Mutlu olmak" cümlesinin taşıdığı duyguyu, sen gittikten sonra gömüp, bir daha mutlu olamamamdır.

Benim mutluluğum sendin, sen gidince bitti işte. Gittin ya gülmedi yüzüm bir daha, açmadı bahçemde ki güller, bende uyuz oldum onlara,  tuttum kestim birer-birer hepsini.

47 yaşındayım, hayat bildiğiniz gibi değil! Ne kolay denebilecek kıvamda ne de zor. Bu yaşıma gelene kadar, oralarda buralarda sürttüm. Bella'dan sonra hayatım tam anlamıyla sanatla uğraşmakla geçti. Dört adet çalgı aletini ustaca çalabiliyordum, hatta yaklaşık yirmi adet şarkı ve türkü bestelemiştim, bestelediklerimi bazı sanatçılar kendilerine uyarlamış, klip çekmiş, müzik aleminde zirveye uzanmıştı. Yazdıklarım birçok amatör şarkıcı için ekmek teknesi olmuştu. Hatta bir ara hiç unutmam, çarşıda gizlene gizlene insanların arasından geçerken, iki sokak müzisyeni benim oluşturduğum bir türküyü, ellerinde ki çalgı aletleriyle gür bir sesle söylüyordu. Orada durup onlarca insanın arasında onları dinledim ve bir düşünceye vardım;

"Harbiden bunu kim yazdıysa derdi başını aşmış" iyi de bunu ben yazdım, iyi de benim derdim boyumu geçti, benim derdim göğe dayandı.

Şunu iyi biliyorum; bir şeyler kazanırken, bir şeyler kaybetmeyi! Bir şeyi kazanacaksan, bir şeyi kaybedeceksin. Kazandığın bir şey bazen kaybettiğin bir şey kadar değerli değildir. Küçük kalbi olanların, acısı çok büyük olurmuş. Bu tıpkı küçük bir çocuğun iğneden korkması gibi. İğnenin vereceği acı küçük, lakin çocuğun yüreğine vuran acı devasa boyutta. Biraz büyür çocuk, bir de bakar ki artık iğneden korkmaz! Artık iğnelerde acı vermez ona! Büyüdükçe insanın acıları da o denli büyür, doğru orantı vardır aralarında. Yaşlandıkça insan, bir önce ki güne dönme arzusu daha da artar. Yaşlandıkça korkar insan ölümün kendisinden ve başlı başlı ölümden.

İnsanlar toplu halde gezmeyi severler; bazı insanlar tek kalmak için toplu insanlardan kaçmaya çalışırlar. Bu tıpkı bir tencere de kaynayan makarna çubukları gibi, tezgaha fırlamış gözden ırak bir dal makarna çubuğu hariç!

Bazı insanların gecesi yoktur, onlar için hep sabahtır. Hatta onların öyle güzel hayatları vardır ki, ne yapacaklarını şaşırırlar. Ama işte bazı insanların sabahı yoktur! O insanlar geceye mahkumdur, çıkmak ister günyüzüne lakin eli kolu bağlıdır geceye, gece onları hapseder, gökyüzü dediği masa örtüsüne. Gölgesi olmayan insanlar, karanlığın ta kendisi olanlar, kendisini siyaha adayan çocuklar, gökyüzünü avlamaya giden balıkçılar, bir kaşık suda boğulan sürtükler daha devam edebilir karanlığın isimleri, lakin bu kadar yeter, canları acıyacak susmalıyım.

Doğa'nın herhangi bir yerinde, bir toprak parçası üzerinde yaşayıpta, Doğa'yı sevmeyen katı kalpli insanlar da var. Onlara Paris'i verseniz, başta Eyfel'i, sonda ise vücutlarını satarlar. Bir kuş sesi bile onları rahatsız eder, bir köpeğin havlamasından nefret ederler, insanların çöp kutusuna attığı, lanet mi lanet poşetleri karıştıran, güzel mi güzel kediciklerden dahi nefret ederler.

47 yaşındayım, tam 47.. Bella'yı beklerken 30 yılım aktı gitti, sevgim daha dünmüş gibi taptaze, yüreğim o kadar sıcak ki; biri eline alsa, eli erir gider.

Bir kelebek gibiyiz hepimiz, bir günlük canımız var ve o bir güne tüm içtiğimiz sigaraları, alkolleri sığdırırız.  Bu bir güne sadece onları değil aşkı, sevgiyi, nefreti kısacası her boku tıka basa sığdırırız ve günümüz harap olur farkına varmayız!

Sessizliğin uçurumunda yalın ayak ıslak toprağın üzerinde dikilen, kolları özgürlüğe sonsuz miktarda açılan ve ağzında ki türküyü gür bir sesle söyleyen/bağıran bir çocuğuz hepimiz özümüzde, bir o kadar da uçurumun ta kendisi!

Karanlığın rehin aldığı gecelerde, ailemizin ekmek gönderdiği anlarda büyük bir sevinçle dışarıya fırlayıp, bir dal sigara içen çocuklarız. Hepimiz bir o kadar temiz, bir o kadar kirliyiz. Yere düşeriz ve vücuttan önce eller zararı alır kendine, acır, kanar hatta belki de derimiz baya baya soyulur. "Acı bana işlemez bacı" diyerekten, evde bir köşede bulduğumuz kolonyayı, bu yaranın üzerine dökeriz ve daha da acır, ama inanır mısınız acısı tatlıdır!

İnsan olmak bunu gerektirir, insan olmak bazı acılardan tat almak, bazı tatlılardan acı dersler çıkarmak demektir.

İnsan olmak, Dünya'nın herhangi bir köşesinde ölen bir insan için üzülmek demektir. İnsan olmak, Doğa'da ki her bir canlının hayatını düşünmek ve bu hayatlar karşısında saygılı olmak demektir. İnsan olmak insanlarca katledilebilir. Bazen ölü bir insan daha iyi bir insandır, bazen ölmek iyi insanlar için, insanlığın sıkıntısız devam edebilmesi için daha iyidir.

Ölmek iyidir, iyi de ne için öleceksin? 47 yaşındayım, Bella'dan halen bir haber yok ve ben ölmek istemiyorum.
Tüm Dünya'dan haberim oluyor, moda ne? Kim kimle yattı? Kim kimi ne için öldürdü? Kim kimi nerede ne halde yakaladı? Hepsi Tv'lerde hatta haberlerin en başında..

Senden zerre haber yok, Dünya bize gözlerini kapatmış ve sanki Güneş ikimiz için bir daha doğmayacakmış gibi gülümsüyor gözlerime.

Yaşasın ölüyorum! Diyorum, lakin hergün aynı senaryo, tam ölüyorum diyorum bakıyorum ki nefes alıyorum.

Son nefesimde hapşırırsam, şaşırmayın!

Padişahım çok yaşa!

Padişah; Siktir git lan!

Kelebeğin GecesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin