9

107 52 7
                                    

İhtiyar'ın odasına sessizce girerek, hemen yanı başında ki sandalyeye oturdum. İhtiyar beyaz yatağın üzerinde uzanmış, uyuyordu. Gövdesine bağlanan kablolar, onun hayatının kayıtlarını inceliyordu.

Esprisine;

"Kalksana be İhtiyar, ot içelim"

Sesimi duydu, yorgun gözlerini hafiften araladı, dudaklarını harekete geçirdi ve bana seslendi;

"Ot mu? Var mı sende?" yorgun bir ses tonuyla bana bunları söyledi.

"Bu halde bile kafanı düşünüyorsun"

Yorgunca ve can çekişe-çekişe gülerek;

"Ee.. Ne yapacaksın oğlum.. Hayat bu, bak beni ne hale getirdi.."

Bana oğlum dedi, bu ilk deyişi değildi ve bana her oğlum deyişinde içim bir ayrı oluyordu.

Baba konusunu şimdi açayım, babam ve annem ben daha bebekken bir trafik kazasında öldü. O gün bir yere misafirliğe gidiyormuşuz, beni arkada annem kucağına almış, ön tarafta ise amcam ve babam oturuyormuş, artık ne olduysa bizim araç, bir spor araca önden girmiş, spor aracında ki iki kişi ile bizim araçta ki üç kişi ölmüş. Annem vücudunu benim vücuduma siper etmiş. Kazadan sonra yetkililer beni annemin kanlı kolları arasından almışlar ve acilen hastaneye kaldırmışlar. Tüm bu olayları ben on beş yaşında, teyzemin ölümünden önce, teyzemden öğrenmiştim. Teyzem son nefesini bu olayı anlatmakla geçirmişti, teyzem hem bu olayları anlatıyordu hemde ağlıyordu. Şimdi ihtiyarın vücudu yatağa bağlanmış ve bana yaşarken göremediğim babamın şefkatini hissettirmişti.

İhtiyar adam ansızın kriz geçirmişti, göz bebekleri yukarıya çıkıyor, yatakta ki bedeni geriliyordu ve nefes alış verişi zorlanıyordu. Telaşla ayağa kalktım, kapıyı aralayarak son sesimle bağırdım;

"Doktor..! Doktor..!" koridorda ki sıra bekleyen insanların gözleri, ansızın benim gözlerime dikilmişti. İnsanlar yüzüme bir garip bakıyor, birazdan odaya koşuşan doktorların telaşlarına dönüyordu, bu bana bakan gözleri ve kurtuluyordum, bu keskin ve acınası bakışlardan. Beyaz giyinen adamlar, bulunduğum hasta ihtiyarın odasına hızla giriyor, hasta ihtiyarın vücuduna hamleler yapıyorlardı. İhtiyar adam son bir çare dudaklarını ayırarak;

"Tren istasyonuna git! Git, derhal git, koş!"

Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü, gözlerim bir an da dört dönmüştü. Adımlarım sessizce geriye doğru gitmeye başlamıştı. Odadan ayrılmadan önce ihtiyara son bir kez baktım, tanıdığım o güzel insan gözlerini yummuş, tüm sevecenliğiyle hareketsiz bir şekilde son nefesiyle boğuşuyordu. Odadan son bir geri adım atarak, hastaneden koşarak ayrılmaya başladım.

27 yaşında ki koca adam, çocuklar gibi ağlayarak ve ayrıca çocuklar gibi hızlıca koşarak hastaneden ayrıldı. Beni görenlerin tabiri bu olacaktı, evlerine vardıkları gece.. Ama diyorum da, belki de hiçbir zaman derdimi bilemeyeceklerdi.

Hastanenin yanında ki parkta duran, aracıma hızla atlayarak, kontağı çalıştırdım. Gaza yüklenerek parktan ayrıldım, hızla caddeye vararak, aracın ibresini sona çıkardım.

Ölüm döşeğinde ki ihtiyarın son sözü "Git" idi. Bir insanın son sözünü dikkate alın, çünkü son sözler doğrudur. Genellikle doğrudur, bana bunu son nefesinde söylüyorsa; muhtemelen bir şey biliyordur. İşte bende bunu bilerek, hızla tren istasyonun yoluna koyuldum. Kısa bir sürede insanların önünde biriktiği tren istasyonu, yolun sonunda gözükmeye başladı. Bazı insanlar trene biniyor, bazıları ise trenden iniyordu. Trenin kalkmasına az bir vakit kalmıştı. Aracı büyük bir gürültüyle istasyonun girişinde durdurarak, hızla araçtan indim. İnsanların arasından hızla sıyrılarak, tıpkı onun ilk gidişinde ki koştuğum sevinçle koşarak ve yürüyerek, etrafta dolanmaya, onu aramaya başladım. Dertli gözlerim yabancı insanların gözlerine takılıyor, bir çare yüzlerce insanın arasından onun gözlerini arıyordum. Kim bilir nasıl biri olmuştu, kim bilir ne giyinmişti..

Tren'i harekete geçiren düdük sesi duyulmuştu.. Tren yavaştan kalkıyordu.. Tren, insanların bindiği yerden, on metre kadar ileriye gitmişti, bunu fırsat bilerek; tren raylarına atladım. Tren raylarından trene koşuyordum. Trenin en arka kısımında ki ufak cama bakıyordum.

Sonunda gördüm, oradaydı. Bella'm oradaydı.. Gidiyordu.. Öyle bir koşuyordum ki..

"Bella buradayım!" öyle bir bağırmıştım ki, arkamda ki gar yetkilileri benim peşimden koşmaya başlamıştı ve beni yakalamaya çalışıyordu. Sonunda Bella camdan dışarıya bakınca, Trene doğru koşan salak birini gördü. O salak biri bendim. Beni tanıyınca cama vurmaya, bağırmaya başladı...

Arkamda ki yetkililerden teki omzumdan yakalayıp, beni geriye çekince yere savruldum. Hemen ayağa kalkıp tren istasyonun ön tarafına park ettiğim aracıma koşmaya başladım. O kadar hızlı koşuyordum ki.. Yaklaşık bir dakikada araca vardım. Aracın kontağını çalıstırmamla gaza yüklenip, tren raylarına paralel ilerleyen caddeye çıkmam çok kısa sürdü. Tren rayları sağımda bir insanın boyunda ki tellerin arkasında duruyor, tren ise ilerlediğim yolun yaklaşık 300 metre ilerisinde gözüküyordu. Aracın direksiyonunu sağa çevirip, tellerin içinden girerek raylara ulaştım. Tellerden girerken oluşan savrulma neticesinde kafamı direksiyona vurmuş, kanamasına sebep olmuştum. Rayların hizasından ibreyi sona vurdurmuş, treni yakalamayı amaçlamıştım. Ben hızlandıkça tren de hızlanıyor, yakalama olasılığım gitgide düşüyordu.

"Lanet olası tren dursana! Bas gaza, bas amına koyduğumun arabası!"

Keşke bu arabayı satıp kazandığım parayla, yazdığım ve satışa sunduğum romanlarımdan kazandığım paranın bir kısmını birleştirip, daha hızlı bir araba alsaydım.

"Lanet olası tren dur, dur lütfen dur! Sana motoru yerleştiren insanların, senin motorunu tasarlayan mühendislerin, seni üreten her emekçinin ben ta... Yine gidiyorsun, durmuyor şu tren! Gitme lan! Dur gitme ne olursun gitme! Dur be! Dursana be!"

İçimden ter damlaları gönlüme akıyor, zihnimden milyarlarca dert gözlerime düşüyor, penyemin önünü ıslatıyordu. Burnumdan sümükler akıyor ve gözyaşlarımla birlikte vücudumu ıslatmaya başlıyordu.

Birazdan aracın son hızına ulaşıyordum, tren ile mesafe yaklaşık 50 metreye düşmüştü. Trenin arka kapısı açılmış, Bella kapının eşiğinden tutunmuş, dizlerinin altına uzanan uzun siyah elbisenin eteği rüzgarın azizliğiyle savruluyor, vücudunu benim araca döndürüyor ve son sesiyle bağırıyordu.

"Dan... Seni seviyorum.."

Şimdi sırası değil, hayır hayır kazanın sırası değil!

Kullandığım araç, yaptığım hızdan ötürü ters takla atmış, vücudumu yaklaşık 50 metre ileriye, bomboş arazide ki tek başına meyve veren şeftali ağacının dibine atmıştı ve bu ağaç tanıdıktı!

Duyduğum son ses çok tatlıydı.

"Dan..!" diyerek bir çığlık atmıştı. Evet evet bunu duymuştum. İçimin değişik bir mekanda yaşadığı bir dönemdi bu!

Ölsem ne olacak? Hem ölmenin zamanı değil ki! Ölürsem onu belki bir daha hiçbir zaman göremeyeceğim. Sabret vücudum, az sonra gelirler beni almaya...

Bayılmadan önce ki son hareketim, kafamı sağ tarafıma zar-zor çevirip, kana bulanmış işaret parmağımla treni işaret edişimdi. Daha sonra bir bulanıklık görmüştüm, hemen ardından bir bayılış! Kaçınılmaz bir ölüm müydü acaba?

Kelebeğin GecesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin