6

173 103 9
                                    

Otuz-Kırk kilometrelik yola çıkalı bir saat olmuştu. A, B, C, D olarak ayırdığım kentlerden, ilk önce bana en yakın olanından başlayacaktım, yani A kentinden. Sağım-solum kurak alanlardan oluşuyordu, Güneş bugün biraz sertçe davranıyordu. Güneş mızraklarını arabamın ön camına saplıyor, ön camı parçalayıp gözüme ulaşan bazı mızrak parçaları, gözümü yakıyor ve kamaştırıyordu. Müzik çalardan hafif bir ses yüksekliğinde, klasik bir müzik çalıyor, kendimi klasik müziğin götürdüğü diyarlara götürüyor, oralarda kendimce yaşıyordum. Apaçık yoldan aracımla tek başıma ilerliyor, yolu bitirmeye gayret ediyordum. Güneşin otlak alanlara çarpmasıyla ortam kızıllaşıyor, kurak olan ortamı daha da kuraklaştırıyordu.

Bir an ellerim cebimde ki sigara paketine gidiyor, cebimden çıkarıp kapağını aralıyor, içinde son bir dal görünce kendi kendime "Ne ara bitti?" diye soru soruyordum. Az sonra ileri de bir petrol ofisi gözüküyor, gözüm aracın benzin paneline gidiyor, azaldığını görüyordum. Hedefim şimdilik benzin istasyonu oluyordu, saniyeler içinde benzin istasyonuna varıyor, aracı benzin alınacak bölgede durduruyor, boş boş oturan görevliye dönerek, onunla konuşmaya başlıyordum;

"Aracın benzin deposunu tam doldurur musun?"

Kırmızı iş penyesi, özel mavi kot pantolunu, uzun sarı saçlı delikanlı genç, oturduğu pembe kaldırımdan dertli bir şekilde kalkarak bana doğru yaklaşıyor ve dudaklarını ayırıyor, kısa sürede geri birleştiriyordu. Bu hareketi onun dertli olduğunun temsilcisiydi.

Dudaklarını ayırıp geri birleştirdiği kısa sürede, ön dişlerinden tekinin yerinde olmadığını farkediyordum. Kim bilir ne oldu da bu ön dişlerinden tekini kaybetti? Bilmiyordum.. Genç delikanlı, kalıplı vücudu ile aracımın benzin kapağını araladı, eline aldığı hortumla benzini doldurmaya başladı. Bende bu sırada petrol ofisinin market kısmına girerek, dolaşmaya başladım.

Üzerime giyindiğim siyah deri ceketin altında ki, sade beyaz penye, karşımda duran devasa boyutta ki aynada boy gösteriyordu. Siyah dar kumaş pantolonumun diz kısmı hafiften toz olmuştu, ellerimle tozu çırparak, kısa sürede temizliyor ve bir an da kendimi alkol şişelerinin karşısında buluyordum. Çeşit çeşit şişelerin olduğu bu bölümde, ben hariç yaşlı bir erkek de bu raflara bakıyordu. Yaşlı adamın uzun beyaz saçları, giydiği marka şapkasından aşağıya, kulak memesinin ucuna geliyordu. Yüz hatları oldukça keskindi, ciddi bir adama benziyordu. Açık mavi bir kot pantolunun üzerine, beyaz kısa ve kirli bir penye, bu penyenin üzerine ise bol kahverengi bir mont giyinmişti. Yaşlı adam sol tarafına keskin bir göz atarak beni gördü;

"Hey biraz öte yanda alış-veriş yap, şu JB'leri yalan edeceğim birazdan"

JB dediği şey içki markasıydı, yalan edeceğim derken de çalmaktan bahsediyordu.

"Benden sorun olmaz, istediğini yap, umrumda değil"

Yaşlı adam eline şişeyi alarak, incelemeye başladı. Promil kısmına bakarak "Yüzde 70" dedi ve ardından şu kelimeleri ekledi.

"Yüzde 70 promile sahip bir şişe, tüm geceyi kurtarabilir, tabi yanında sabaha karşı sarılan dört adet ot varsa.."

Bu adamın kafasına erişmek, cennete giden yolun adresine el koymak gibiydi galiba. Baksanıza adamın gecesini kurtaran maddelere.

"Ot mu dediniz? İsmini çok duydum, lakin nereden alabilirim diye düşünüyordum"

Yaşlı adam elinde ki şişeyi sol elinden sağ eline alarak, montunun açık kalan sağ cebine zar-zor sıkıştırarak, fermuarını kapattı. Ardından vücudunu komple bana çevirdi ve sol eliyle montunun sol cebini okşayarak gülümsedi;

Kelebeğin GecesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin