28. BÖLÜM: "GERÇEK"

1.8K 93 77
                                    

MFÖ - Benim Hala Umudum Var.

*

Vote ve yorumlarınızı bekliyorum.

**

Keyifli okumalar...

***

İkimizin sesleri kulaklarımıza değince birbirimize olan umudumuzun boyutunu büyütmeden yok etmiş olduk. Kaşlarım korkuyla havalanırken Aslan'a bakıyordum. Beni korkutmamak için sakin kalmaya çalışıyordu. Gözlerindeki korkuyu görmüştüm.

"Ne yapacağız?" Diye sordum titrek bir sesle.

Etrafa bakınıp, bembeyaz karların üstünde döne döne çıkış yolu aramaya başlarken Aslan'dan gelen cevaba kulak kesilmiştim. Etrafta ağaçtan başka bir şey gözükmüyordu. Aslan cevap vermemişti ama düşüncelere dalmışken onun vereceği cevabı çok umursamamıştım.

Muhtemelen iki yükseklik arasındaydık, bu yüzden kar ve ağaçtan başka bir şey göremiyordum. İki yükseklik arasında olmamızı umuyordum çünkü aksi halde donarak ölebilirdik.

"Siktir ya! Şaka mı bu?" Aslan'ın sinirle söylenmesiyle ona döndüm. Elindeki telefonu sımsıkı tutuyordu.

Onun yanına gittim. "Ne oldu?" Dedim gözlerim telefonun ekranına kayarken.

Bana bakınca, ister istemez ona döndüm. Ela gözleri umutsuzlukla kavrulmuştu. Korkum, siyah boya dolu kovasını kalbimin tepesinden aşağı dökmüş, damlayan boyaları zevkle izliyordu.

"Telefon çekmiyor." Dedi sessizce. Burnundan verdiği sıkıntılı nefes benim nefeslerimi çaldı sanki. Hızla kendi telefonumu çıkardım. Ekrandaki işaretle bacaklarım titredi. Benim telefonum da çekmiyordu.

"Çok mu uzaklaştık acaba? Otelde çekiyordu." Dedim panikle. "Bayağı yürüdük, çok uzaklaşmış olmalıyız. Geldiğimiz yönden dönelim, Aslan. Buluruz."

"Elli kere zikzak yaptın, Keçi. Hatırlayabilecek misin?" Dedi sinirle. "Ben, senin peşinden koşarken etrafı inceleme fırsatı bulamadım ama sen hatırlayacaksan deneyebiliriz!" Boğazıma batan bıçak benzeri cismin keskinliği, boynumu kesip, başımı bedenimden ayırabilecek kadar fazlaydı. "Ayrıca otelde de sandığın kadar iyi çekmiyordu. Kaç defa hat kesildi saymadım. Kim bilir nerede baz istasyonu."

Dişlerimin arasına alıp sıktığım alt dudağım yanmaya başladığında arkama döndüm. Telefonumu cebime tıkarken göğsümü yarıp beni bu duruma düşüren deliye lanetler savurdum. Hâlâ etrafta Aslan'ın ağzına yapıştırabileceğim nitelikte bir şey arıyordum.

"Gel, yürüyelim biraz." Aslan'ın sesi kulaklarımı okşarken, az önceki beni sesiyle tartaklayan adam gitmişti.

"Nereye yürüyeceğiz?" Dedim vızıltı gibi çıkan sesimle. "Akşam olmak üzere, kaybolduğumuzu bile fark etmeyecekler."

Birden elimi tuttu ve bırakmamam için sımsıkı sardı. Bu dağın başında nereye gideceğimizi bilmezken, kimse kaybolduğumuzu fark etmeyecek bile olsa şuan aklım uçmuştu. Elimi tutan eli, müebbet yatan mahkûma bir gün dışarı çıkabileceği umudunu verebilirdi.

"Tuğçe gördü." Dediğinde buz gibi su, başımdan aşağı dökülmüş gibi hissettim. Kanım damarlarımda hızlanırken hırsla elimi çekmeye çalıştım ama Aslan buna izin vermedi. Hatta diğer eliyle bileğimden tuttu ve elimi tutan elini çekip parmaklarımın arasına sokarak daha sıkı kavradı. "O birilerine söyler. Merak etme donarak ölmene izin vermem." Elimi çekmeye çalıştım yine, söylediklerini duymuyordum. Yürümeye devam ederken konuşmasını sürdürdü. "Ayrıca Keçiliği bırak. Dağın başında senin yüzünden kaybolmuşken yapma bari." Sesi kadife gibi geldiğinde, ayaklarım karda izler bırakırken sinirle söylendim.

HİÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin