Bir müzik.
Çok uzaktan duyulan bir müzik. Ancak kulak kabartırsanız duyabileceğiniz müzik. O kadar narin ki kırılacak gibi fakat bir o kadarda acı barındıran bir müzik bu. Bir ruhun müziğiydi bu, kırılmış bir ruhun. Acı çekmiş bir ruhun müziği böyle sessiz ve narin olmamalıydı oysaki, daha çok bağırmalıydı o müzik, çığlıklar atmalıydı. Fakat müzik sessiz bir şekilde fısıldıyordu sanki, bütün acılarını içine almış dışarı vurmuyordu o müzik. Bu müzik, elem rengine boyanmış bir ruhundu. O boya içine işlemişti artık.
"Sorun ne siyah gül?" dedi Aybars bana kaşlarını çatarak dönerken. Elinde yarısı dolu votka şişesi duruyordu. "Bir tilki fil konuşması istedin sonuçta, bir sorun mu var?"
Eteğimi düzelterek yanına oturdum. Saat akşam altı civarlarıydı. "Asena'yı çok mu seviyordun?" dedim ellerimi kucağımda birleştirerek. "Ya da çok mu seviyorsun diyeyim?"
Aybars şaşkınlıkla gözlerini açarak şişeyi kenara koydu ve bana yaklaştı sandalyesiyle. "Bu da nereden çıktı?"
Omuz silktim yavaşça ve gözlerimi güneşe çevirdim. Neredeyse batmak üzereydi. Cevap vermedim çünkü bende bilmiyordum. Aklıma bir anda esmişti sormak. Aslında bilmek istemiyordum; sevip sevmediğini. Belkide sadece onunla konuşmak istiyordum. Yeşil gözlerine bakmak, o gözlerinin içindeki sarı renge çalan kahverengi tilkilerin meraklı gözlerini görmek istiyordum. O sersem gülümsemesini görmek ve alaycı gülümsemesine hayran kalmak istiyordum.
Ona çevirdim gözlerimi. Ancak hiçbir şey söylemedim, sanki kelimeler bitmiş geriye sadece bakışlar kalmıştı. O da bana bakıyordu. Gözlerinde duygu yoktu, içki yüzünden gözleri buğuluydu fakat onun gözleriydi, yine düşünüyordu. Ve yine ne düşündüğünü merak ediyordum. Bir tilki ne düşünürdü?
"Tilki ve fil," dedim dudaklarımda küçük bir tebessümle. "Onlara ne olacak?"
O hayran olduğum gülümsemesi dudaklarına yayılınca şaşkınca baktım. Gülecek bir şey mi vardı?
"Ne olmasını istiyorsun?" dedi kolunu sandalyemin arkasına koyarak ve bana iyice yaklaşarak.
Ne yaptığını anlamayarak şaşkınca ona baktım.
"Bilmem," dedim omuz silkerek. "Onlara göre mutlu bir son aptalca. Ancak merak ediyorum. Onlara ne olacak?"
Yüzüme daha çok yaklaştı, yüzlerimizin arasında belki beş santimetre vardır. Geri çekilmek istedim fakat yapamadım beni tutan bir şey vardı. Neydi bu? Bu bir el değildi, beynimin yaptığı bir şeydi. Uzaklaşamıyordum, geriye çekilemiyordum. Yutkunmakla yetindim.
Güldü ve sıcak nefesi yüzüme vururken konuştu. Dudaklarını her araladığında votka kokusu geliyordu ve votkanın kokusundan nefret etmeme rağmen o an en sevdiğim koku buydu. "Onlara ne olacak biliyor musun? Mutlu son şeklinde sona ermeyecek belki ama güzel biticek, tilki ve file yakışırcasına. Çünkü onlar ölümsüz, anlıyor musun?" dediğinde tutamadığım tebessüm dudaklarımda dolaştı ve kafa salladım. "Ruhumuz ölmüş fakat hala bedenimiz yaşıyor, biz ölümsüzüz. Ölümü kandıran kaç kişi var sence?" dedi ama yanıt beklemeden devam etti. "İki, seninle ben. Bu yüzden şunu söyleyebilirim; bizim sonumuz belki mutlu sonsuz değil hatta mutlu sonda değil. Fakat bizim sonumuz bize yakışırcasına olacak. O son, özgürlüğümüzü ilan edişimiz olacak, siyah gül. Mutlu değil ancak sonsuz."
Hala yüzüme yakın olduğu için ilk tepki veremedim fakat kendime geldiğimde güldüm. "O halde sonuna kadar beraberiz."
Yüzünde o meşhur sersem gülümsemesi belirdi ve başını iki yana salladı. "Sonuna kadar değil, sonsuza kadar beraberiz, kırık kalpli fil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elem Rengi #Wattys2016
Teen Fiction"Balık olmak istiyorum..." dedim fısıltıyla. "İsteme," dedi aniden bir ses. Geriye bakmak için döndüm. Ayakta dikilmiş gökyüzüne bakıyordu. Nereye baktığını anlamak için bakışlarını takip ettim. Aya bakıyordu. "Fil ol. Tilki tek başına yapamaz." G...