Aybars'la takside yanyana otururken arada uykusuzluktan başım omzuna düşüyordu fakat yinede iyiydim.
İstanbul sabahları bana pek iç açıcı görünmüyordu. Evde rahatça yatakta uyumak varken, ben Aybars'la beraber trafik arasından yeni iş yerime ulaşmayı hedeflemiştim. Cehenneme gidiyordum sanki. Trafikte, sıcakta, sabahın köründe ve bir yalancıyla. Klimayı açmak istemeyen bir taksi şoförünü de eklemeliyim sanırım.
Sırılsıklam olmuş tişörtümü biraz olsun havalandırmak için salladım ve dişlerimi sıkarak bininci kez taksi şoförüne seslendim.
"Bir kere bu bir suçtur! Bu sıcakta klima açmamak ne demek? Sizi şikayet edebiliriz! Bizi öldürmeye mi planlıyorsunuz? O halde çekin silahınızı vurun ama bu şekilde değil!"
"Burası Antalya mı hanımefendi? İstanbul! Neden klimayı açıcakmışım? Dışarısı 24 derece ne kliması yahu!" dedi sinirlenerek yaşları elliye yaklaşmış amca.
Sonunda pes ederek geriye yaslandım ve sırıtan Aybars'a baktım.
"Ne var?" dedim bir elimi yumruk yapmışken.
Havada dik duran saçlarını karıştırıp yeniden sırıttı ve omuzlarını silkti. Yumruğumu karnına geçirdiğimde yüzündeki sırıtma kayboldu ve acıyla karnını tuttu.
"Ah! Midemi ezdin, küçük fil." dedi tıslayarak.
Kollarımı göğsümde kavuşturup "İyi olmuş," dedim alaycı bir tavırla.
Başını cama yaslayıp bana döndü. Kollarımı çözüp bileğimdeki tokayla saçımı bağladım. Bu hareketime karşı dudakları kıvrıldı. Gözlerimi devirdim.
Yine ne düşünüyor bu tilki? Beynine girip ne düşündüğünü öğrenmek istiyordum. Hemde hemen.
İki saatin sonunda Aybars'ın çizgi roman kitapçısına ulaşmıştık. Taksiden dışarı çıktığımızda serin rüzgar bizi karşılayınca mutluluktan ölebilirdim. Yaşam varmış! Fakat gerçekten de o kadar sıcak değilmiş. Taksi sıcaktı. Evet, özellikle arka koltuklar.
Başımı iki yana sallayıp saçma düşüncelerimden kurtuldum ve karşımda muhteşem kitapçıya baktım.
Bütün bina çizgi roman sayfaları gibiydi. O kadar çok renk vardı ki gökkuşağında kaybolmuş gibi hissettiriyor. Kapıda büyük harflerle yazılmış söze takıldı gözüm.
"Hayallerimizi yazdık, çizdik. Sizin için bembeyaz kağıtları rengarenk yaptık. Gökkuşağına ihtiyacımız yok, o zaten içimizde. Bizim tek ihtiyaç duyduğumuz şey, o gökkuşağını püskürtmek, renkleri birbirine katmak."
"Bu sözü sen mi söyledin?" dedim kapıyı açık tutan Aybars'a bakarken.
"Hayır," dedi kapıdan içeri girdi bende hemen onu takip ettim. Emin adımlarla yürürken ben küçük ancak hızlı adımlarla ona yetişmeye çalışıyordum. Bir anda durdu ve bana dönüp gülümsedi. "Tilki."
Bu yanıtına karşı gülümsememi tutamadım ve çoktan yürümeye başlayan Aybars'ı takip ettim.
Tilkiyle kendini farklı tutuyordu. Tilkiye bayılıyordum!
Bir odaya girdiğimizde dövmeleri olan genç adam bizi bekliyordu. Aybars gülümseyip adamla selamlaştı. Yüzündeki gülümsemeye göre bu adam sadece çalışanı değildi, belkide dosttu.
Eliyle beni gösterip "Bu siyah gül," dedi ardından duraksadı. "Yani Biray, bizimle çalışmak istedi. Bende kırmadım." Kaşlarımı çattım. Yalancı... "Her şeyi anlatırsın değil mi? Benim bir işim var, iki saate dönerim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elem Rengi #Wattys2016
Teen Fiction"Balık olmak istiyorum..." dedim fısıltıyla. "İsteme," dedi aniden bir ses. Geriye bakmak için döndüm. Ayakta dikilmiş gökyüzüne bakıyordu. Nereye baktığını anlamak için bakışlarını takip ettim. Aya bakıyordu. "Fil ol. Tilki tek başına yapamaz." G...